12 Şubat 2013 Salı

HZ PEYGAMBER İLE İLGİLİ



Hz peygamber ile ilgili:
 Allah’ı bize tanıtan üç büyük anlatıcı vardır: kainat, hz peygamber( ve onun şahsında bütünüyle peygamberlik müessesesi) ve kuran ı kerim. Hz muhammed in hak ve gerçek bir peygamber olduğunu anlatan deliller:
1-        Bütün peygamberler hayattar kökleri ve bütün evliya eskimeyen meyveleri ile bir nurani zincirdir, bu zincir onun her bir davasını, mucizesini ve kerametini tasdik edip onaylamaktadır.  Zira hz peygamberin en büyük davası ve diğer davalarının da çıkış noktası; ‘’la ilahe illallah’’ dır.  Ondan önce ve sonra gelmiş bütün nurani kimseler onun bu davasını onaylamış ve ‘’doğru konuştun ve hakkı söyledin’’ derler.  Hangi vehim sahibinin hakkı var ki sayıca bu kadar çok ve kuvvetli kimselerin imzalarıyla desteklenmiş bir iddiaya parmak karıştırsın?( insanın aklına gelebilir ki dünyada başka büyük dinler de var ve bu dinlerin bir çok inananı var. Müslümanlar da bu kadar çok inananı olan dinlere inanmıyorlar. Fakat gerçek şudur: Yahudilik, Hristiyanlık, zerdüştilik, Budizm,Hinduizm,Taoizm, ve diğer dinler… Müslümanlar bu dinleri kuran kişileri mutlak manada yalanlamazlar. Mesela Zerdüşt, Buda gibi kimseler gerçekte Allah tarafından görevlendirilmiş peygamberler olabilirler. Bu kişiler çok eskiden yaşadıklarından haklarında hiçbir sağlam kayıt yoktur. Bizim Müslümanlar olarak inkar ettiğimiz şey bu kişilerin kurduğu ekollerin günümüze ilk halleriyle sağlam ulaştığıdır.  Fakat bunun tam tersi olarak, bu dinlerin mensubu kişiler hz muhammed in kendisini inkar etmektedirler.)
2-      Tevrat ve İncil
3-      Peygamberliğini açıkladığı günden bu güne kadar onu kabul ve inkar eden herkesin ortak olarak kabul ettiği: kemal seviyesindeki ahlakı, vazifesini ifa ederken tam bir emniyet ve sükûnet içinde davranması ve asla geri adım atmaması( örnek: hz peygamber kendisine karşı düzenlenen suikast girişiminden hz Cebrail(a.s.) ın önceden haber vermesi ile kurtulmuş ve o gece hz ebu bekir i yanına alarak medineye hicret etmek üzere yola çıkmıştır. Yolda, Sevr mağarasında  bulundukları sırada ,onları öldürmek üzere peşlerinde bulunan Mekkeliler mağaranın ağzına kadar gelmişlerdir. Hz ebu bekir, hz peygambere; telaşla durumlarının kritikliğinden dem vurarak  korku içinde ‘’ şimdi be yapacağız’’ demiştir. Hz peygamber ise böylesi bir durumda ‘’Korkma, Allah bizimle beraberdir’’ demiştir.), iman kuvveti,  fevkalade kulluğu, fevkalade ciddiyeti, fevkalade metanetidir.
4-      Eğer zaman yolculuğu yapıp onun zamanına, arap yarımadasına gitsek şöyle bir manzara görürdük:  Kavmi tarafından tasdik edildiği üzere güzel ahlak sahibi, çok güzel görünüşlü bir kişi, elinde bir kitap, lisanında gerçekleri bilen, hakimane bir üslup( ki kuran daki bu hakimane, üstten bakıcı, şüpheye asla yer bırakmayan üslup kuran ın mucizelerinde sayılır. Bilinmeyen bu kadar şeyi açıklayıp üstüne üstlük bunu böyle  kesin bir üslup ile yapmak…) bütün insanlığı karşısına almış, bir ezeli hutbeyi tebliğ ediyor. Kainatın yaratılış sırlarını keşfedip açıklıyor, var olan her şeyden sorulan, bütün akıl sahiplerini meşgul eden; ‘’ necisin? Nereden geliyorsun? , nereye gidiyorsun? sorularına ikna eden makbul cevaplar veriyor.

Hz mevlana’nın hz muhammed e ithafen yazdığı bir şiir:
Bu ne güzel koku böyle,
bu ne güzel koku.
Gül bahçesinden yoksa gelen o mu?
Gece mi bu gelen, misk mi bu, amber mi bu?
Bu ne güzel koku böyle,
bu ne güzel koku.
O pazardan tezcecik yoksa o mu geliyor,
yoksa sultanımız geri mi geliyor ne?

Bu nasıl yüz böyle,
bu nasıl ışık?
Bu nasıl ay böyle,
bu nasıl güneş?
Mağaradan mı çıktı,
dağdan mı iniyor,
o yalnızlığın adamı,
o dost?

Boş yere arama şarap testisini sen.
Koklama onun ağzını sen boş yere.
Şu meyhaneciden mi geliyor sandın onu;
dostum, onu sen kendin gibi belleme.

Yolda o yapayalnızsa ne olur?
Başında sarık yoksa ne çıkar?
Ne bundan güneşe bir leke olur,
ne ayın gösterişine zarar.

Bu gece uyuma dostum, uyuma.
Bir kolayına getir onu bul.
Sarhoşlar meclisine hep böyle geceleyin gelir o.
Bu gece uyuma dostum, uyuma.

Biz duvara asılı duran resimleriz.
Bizi yapan ressamın varlık şavkı
duvarın üzerine bir vurdu mu,
bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldanmışız
Onun selvi boyu bir göründü mü,
bakarsın dünya güllük gülistanlık.
Kalktı bir salındı, kendini bir gösterdi mi.
bakarsın kıyamet koptu gitti.

Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindendir o.
Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.

Sustum artık ben,
sustum artık
Bu şiir utanıyor ondan…


5-      İnsan onun getirdiği nurani hakikatlerin dışında kalarak kainata baksa:  kainatı bir büyük matemhane olarak, varlıları birbirine yabancı belki düşman olarak, cansızları birer dehşetli cenaze olarak, canlıları zeval( sona erme) ve firakın(ayrılık) tokadıyla ağlayan sahipsiz yetimler şeklinde görür. Onun getirdiği hakikatler ile bakıldığında ise;  o büyük matemhane içinde varlıkların neşe ve cazibe içinde kendinden geçtiği bir zikirhaneye dönüşür. O birbirine düşman varlıklar dost ve kardeşler haline gelirler. O dehşetli cenazeler birer memur ve hizmetkar halini alır. O ağlayan yetimler birer tesbih edici, ölüm de bir vazife paydosu ve şükredilen bir olay halini alır. Burada söz Mevlana hazretlerinin:
    ‘’Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye basladi mi, bende bu cihanin gami var, dünyadan ayriligima tasalaniyorum sanma; bu çesit süpheye düşme .Bana aglama, yazik yazik deme. Şeytanın tuzagina düsersem iste hayiflanmanin sirasi o zamandir.Cenazemi görünce ayrilik ayrilik deme.O vakit benim bulusma ve görüsme zamanimdir.Beni kabre indirip birakinca, sakin elveda elveda deme; zira mezar cennetler toplulugunun perdesidir.Batmayi gördün ya, dogmayi da seyret. Günese ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki?Sana batmak görünür, ama o, dogmaktir. Mezar hapis gibi görünür ama o, canin kurtulusudur.Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda süpheye düsüyorsun?Hangi kova kuyu ya salindi da dolu dolu çikmadi? Can Yusuf'u ne diye kuyuda feryad etsin?Bu tarafta agzini yumdun mu, o tarafta aç. Zira senin hay huyun mekansizlik aleminin fezasindadir.""Kardes, mezarima defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamli durmak yarasmaz.Hak Teala beni aşk sarabindan yaratmistir.Ölsem,çürüsem bile, benim yine o aşkım. Ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz. Bizim mezarimiz ariflerin gönlündedir.’’

6-      O nur ile kainattaki bütün hareket, çeşitlilik, değişimler, başkalaşımlar; manasızlıktan, gereksizlikten, tesadüf oyuncaklığından çıkıp, rabbani birer mektup, Allah’ın yazdığı birer sayfa haline gelir( hemen kuran ın ilk ayetini hatırlıyoruz: Oku!). Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği birer ayna halini alırlar. Hem insanı bütün hayvanların ve canlıların aşağısına düşüren sayısız zaafı, acizlikleri, fakr(muhtaçlık) ve ihtiyacı; bütün hayvanlardan daha bedbaht(bahtsız, talihsiz) olmasına yol açan üzüntü, elem ve gam vesilesi olan aklı( doğada şikayetçi, ne yapacağından emin olmayan hayvan yoktur) o nur ile nurlandığı zaman insan bütün varlıkların üstüne çıkar.  O nurlanmış acz, fakr, akıl ile nazenin( latif,güzel, nazlı) bir sultan olur, yeryüzünün halifesi olur. Demek o nur olmaz ise her şey hiçe iner. Elbette böyle eşsiz bir kainatta böyle bir zat lazımdır. Yoksa kainat ve alemler olmamalıdır.
7-      O zat(hz peygamber) ebedi mutluluğun habercisi,müjdecisi, nihayeti olmayan bir rahmetin kaşifi,göstericisi olduğundan dolayı; ona kulluğu yönünden bakılınca bir muhabbet örneği, bir rahmet sembolü, insaniyet in şerefi, yaratılış meyvelerinin en parlağı olduğu görülür. Peygamberliği yönünden bakılınca,  Allah’ın varlığının bir delili, bir hakikat lambası, hidayet güneşi, mutluluk sebebi olduğu görülür. İşte nasıl şimşek gibi onun bu nuru doğudan batıyı tuttu, dünyanın yarısı ve insanlığın dörtte biri onun hediye ettiği hidayeti canı pahasına korudu; bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki böyle bir zatın davalarının esası olan ‘la ilahe illalah’’ ı bütün basamaklarıyla kabul etmeyelim?
8-      Geniş arap yarımadasında, adetlerine bağlı ve inatçı çeşitli kavimleri, inanılmaz kısa süre içinde bütün adet, kötü ahlak ve vahşiliklerinden vazgeçirip, yüce bir ahlak ile donatarak insanlığa öğretmen kılmıştır. Onunkisi yüzeysel bir etki değil, akılları,ruhları,kalbleri, nefisleri fethederek, geri dönülmez biçimde ele geçiriştir. Öyle ki ölümünden 1400 küsür sene sonra insanlar onu özleyip, göz yaşı dökmektedirler. Hz ebu bekir ona derdi ki: ‘’Ya resulullah. Şundan şikayetçiyim ki yüzünüzü tuvaletteyken bile gözümün önünden kovamıyorum…’’ Kalblerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin terbiyecisi,  ruhların sultanı olmuştur.
9-      Bilinir ki sigara gibi küçük bir adeti, küçük bir topluluk içinde, büyük bir hakim, büyük bir kuvvetle zar zor kaldırabilir, belki de kaldıramaz. Halbuki bu zat, büyük ve çok adetleri, çok büyük ve inatçı bir topluluktan küçük bir kuvvetle, küçük bir zorlukla, çok kısa sürede kaldırıp, yüksek ahlaki değerleri onlara çıkarılamaz biçimde işlemiştir. Bunun gibi pek çok harika işler yapmıştır. Hz peygamberi inkar etmekte olan 100 filozof acaba 100 senede onun yaptığının 100 de birini yapabilir mi?
10-  Bilinir ki, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir topluluğa, küçük bir meselede, münakaşalı, tartışmalı bir konuda, utanmadan, pervasızca davranışlar içinde kimseden çekinmeden, küçük fakat utanç veren bir yalanı, düşmanları arasında hilesini hissettirmeyecek bir biçimde, telaş hissetmeden söyleyemez. Hz peygambere bakıyoruz ki:  pek büyük bir davada,pek büyük bir haysiyet ile, pek büyük emniyete muhtaç bulunarak, pek büyük bir topluluğa, pek büyük düşmanlık karşısında, pek büyük meselerde, pek büyük bir serbestiyet ve pervasızlık içinde adeta ölüme yürüyerek, tereddütsüz, hiçbir şeyi gizlemeden, telaş göstermeden, samimiyetle, ciddiyetle, düşmanlarının damarlarına dokunacak şekilde şiddetli ve tepeden bakıcı hakim sözlerinde hilaf bulunabilir mi? ( ‘’ Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir’’.necm süresi 4. Ayet)  gerçek olan aldatmaz, gerçeği gören aldatmaz. Hak olan yolu hileden uzaktır. Gerçeği görenin gözüne, hayalin ne haddi var ki hakikat gibi görünsün, aldatsın…
11-  Hz peygamber, çok merak uyandırıcı, çekici, gerekli, ürkütücü ve şaşırtıcı hakikatleri gösterir ve meseleleri isbat eder. Bilinir ki, insanı en çok yerinden kımıldatan şey meraktır. Bir kişiye denilse ki, malının yarısı karşılığında uzak bir gezegenden bir adam gelip sana o gezegenlerin ve uzayın insanlarca bilinmeyen gizemlerini anlatacak. Üstelik sana geleceğini ve başına gelecekleri bildirecek. O kişi malının yarısını, eğer merak duyuyorsa verecektir. Halbuki hz peygamber, öyle bir zatın haberlerini iletiyor ki, o zatın memleketinde gezegenler sinek gibi dönerler. Hem öyle bir acayip bir alemden hakiki olarak bahsediyor ve öyle değişimlerden bahsediyor ki, dünya bir bomba olup patlasa o kadar şaşkınlık uyandıramaz. ‘’karia suresi: çarpıcı olan felaket’’ ‘’infitar suresi:gök yarıldığı zaman’’ ‘‘tekvir suresi:güneş dürülüp toplandığında’’ hem öyle bir gelecekten haber veriyor ki, şu dünya hayatı ona kıyasla bir serap, damla, hayal hükmündedir. Hem öyle bir saadetten, mutluluktan bahsediyor ki, bu dünyada yaşanan mutlulukların  ona kıyası, şimşeğin bir anlık parlayışının hiç sönmeyen güneşe kıyası gibidir.
12-  : Böyle acayip ve bilinmez şu kâinatın görünür perdesi altında elbette ve elbette böyle hayret verici şeyler bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mucizeler gösteren bir zât lâzımdır. Hem bu zâtın gidişatından görünüyor ki; o görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor. Hem bizi nimetleriyle perverde eden şu Semavat ve Arzın İlahı bizden ne istiyor, razı olacağı şeyler nedir, pek sağlam olarak bize ders veriyor. Hem bunlar gibi daha pek çok merak uyandırıcı lüzumlu hakikatleri ders veren bu zâta karşı herşeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken; ekser insanlara ne olmuş ki sağır olup, kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki; bu hakkı görmüyorlar, bu hakikatı işitmiyorlar, anlamıyorlar?
13-  : İşte şu zât, şu mevcudat Hâlıkının vahdaniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir bürhan-ı nâtık, bir delil-i sadık olduğu gibi; dirilişin ve saadet-i ebediyenin dahi kesin bir delilidir.. Belki nasıl ki o zât; hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür. Öyle de; duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır. Dirilme mes'elesinde geçen şu sırrı, makam münasebetiyle tekrar ederiz:İşte bak: O zât öyle bir salât-ı kübrada dua ediyor ki: Güya şu yarımada, belki dünya, onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Bak, hem öyle bir cemaat-ı uzmada niyaz ediyor ki: Güya benî-Âdemin zaman-ı Âdem'den asrımıza, kıyamete kadar bütün nuranî kâmil insanlar, ona ittiba ile iktida edip duasına âmîn diyorlar. Hem bak, öyle bir hacet-i âmme için dua ediyor ki: Değil ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün mevcudat, niyazına "Evet yâ Rabbena ver, biz dahi istiyoruz" deyip iştirak ediyorlar. Hem öyle fakirane, öyle hazînane, öyle sevimli tarzda, öyle isteyerek, öyle yalvararak niyaz ediyor ki; bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyor.Bak! Hem öyle bir maksad, öyle bir gaye için dua ediyor ki: İnsanı ve âlemi, belki bütün mahlukatı en aşağı makamdan, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan en yüksek mertebeye, yani kıymete, bekaya, ulvî vazifeye çıkarıyor.Bak! Hem öyle yüksek bir fizar-ı istimdadkârane ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile istiyor, yalvarıyor ki: Güya bütün mevcudata ve semavata ve arşa işittirip, vecde getirip duasına "Âmîn Allahümme âmîn" dedirtiyor. Bak! Hem öyle Semi', Kerim bir Kadîr'den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm'den hacetini istiyor ki: Bilmüşahede en görünmeyen bir canlının en görünmeyen bir hacetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünki istediğini, -velev lisan-ı hal ile olsun- verir. Ve öyle bir suret-i hakîmane, basîrane, rahîmanede verir ki, şübhe bırakmaz bu terbiye ve tedbir öyle bir Semi' ve Basîr ve öyle bir Kerim ve Rahîm'e hastır.
14-  Acaba Adem oğullarının en faziletlilerini  arkasına alıp, Arz üstünde durup, Allaha yönelmiş olarak  el kaldırıp dua eden şu insanların en şereflisi ve bütün zamanların benzersizi ve kainatın övüncü ne istiyor? Bak dinle: ebedi saadet ve mutluluk istiyor, beka(sonsuzluk) istiyor, lika(kavuşma,birliktelik) istiyor, Cennet istiyor. Hem Allah’ın isimlerinin tecellisi olan varlıklar arasında hükümlerini ve güzelliklerini gösteren bütün Allah’ın bütün kutsal isimleri ile beraber istiyor. Hattâ eğer rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi hesabsız o matlubun gerekli bir takım sebepleri olmasa idi; şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar Allah’ın kudretine hafif gelen şu Cennet'in binasına sebebiyet verecekti. Evet nasıl ki onun peygamberliği şu imtihan yurdunun açılmasına sebebiyet verdi. Öyle de, onun kulluğu da öteki dünyanın açılmasına sebebdir. Acaba üstün akıl sahibi kişilere ‘’İmkan dahilinde şu varlık aleminden daha üstünü, daha mükemmeli yoktur(İmam ı Gazali)’’  dediren şu görünen büyük düzen ve intizam, şu rahmet içinde kusursuz sanat ve misilsiz cemal-i rububiyet; hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki: En küçük, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip cevap versin, yerine getirsin fakat en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ!. Yüzbin defa hâşâ! Böyle bir cemal, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz.
15-  : Şu kâinatın sahibİ ve tasarrufunu elinde bulunduranı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek idare ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek yönetiyor. Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette şuurlu ve fikirli ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak, elbette şuur sahib varlıkların içinde en cem'iyetli ve şuuru küllî olan insan türü ile konuşacaktır. Madem insan türü ile konuşacak, elbette insanlar içinde hitab edilmeye layık ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı yüce ve insan türüne liderlik edebilecek  olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın fikir birliği ile, en yüksek istidadda ve en âlî ahlâkta ve insanların büyük bir kısmı ona uymuş  ve dünyanın yarısı onun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin dört yüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medh  ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair insanoğluna rehber yapacak ve yapmıştır.
( Peygamberlik müessesi olmasa idi, Allah hiç peygamber göndermemiş olsa idi, bu dünya şu misale benzeyecekti: Bir ressam var,  çok yetenekli ve sanatı yoluyla bilinmek istiyor. Bu istek ile bir sergi açıyor. Fakat bu sergide kendi vücuduyla bulunmuyor. İnsanlar onu sanatı yoluyla tanısın istiyor. Buna rağmen hiçbir resmin altına ne bir isim ne bir imza atıyor, ne de kim ve nasıl biri olduğunu açıklayacak bir rehber tayin ediyor. Elbette bu sergi boşa gitmiş olacaktır. Allah şöyle söylemiştir: ‘’Gizli bir hazineydim, bilinmeyi sevdim’’     (Bu söz kutsi hadis dir. Yani Allah’ın hz peygambere ilham ettiği ama kuran ı kerime dahil etmediği şözlerden.)
(Sahabelerin, Kur'anın ve âyetlerin ezberlenmesinden sonra en ziyade, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın fiillerinin ve sözlerinin muhafazasına, özellikle hükümler ve mucizelere dair hallerinin muhafazasına bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine(doğru aktarılmalarına) pek çok dikkat ettiklerini, Tarih ve Siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, hadis kitapları şehadet ediyor. Hem Asr-ı Saadette(hz peygamberin zamanı), mu'cizatı ve hükümlerle ilgili hadisleri, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb'a(meşhur yedi adet Abdullah ismindeki sahabiye toplu olarak bu ad verilmiştir), kitabetle kaydettiler. Hususan Tercüman-ül Kur'an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-il Âs, bahusus otuz-kırk sene sonra, Tâbiînin(hz peygamberi görememiş ama sahabileri görmüş Müslümanlara tabiin denir) binler muhakkikleri, hadisleri ve mucizeleri yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik hadis alimleri naklettiler; yazı ile muhafaza ettiler. Daha Hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule(hadis kitapları)  ezber kayıt ve koruma vazifesini omuzlarına aldılar. İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp; bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfızsız veya nâdânların karıştırdıkları yanlış  hadisleri ayırt ettiler, gösterdiler. Sonra keşif ehlinin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza(rüyada) halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, sahih hadislerin elmaslarını, hz peygambere uydurulan sözlerden ayırt ettiler. İşte buna binaen; "Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen şu zamandan tâ o zamana kadar bu hâdiseleri nasıl bileceğiz ki karışmamış ve safidir" hatıra gelmemelidir.)
Hz peygamber kendi döneminde, kuran ı kerimin içine karışmaması için hadislerin yazıya dökülmesini yasaklamıştır. Bu sebeple hadislerin doğruluğu ve sahihliği hakkında, kuran ı kerimde yapabildiğimiz kadar rahat davranamıyoruz.  Kuran ayetleri geldiğinde hz peygamber mutlaka, sayıları bir çok olan vahiy katiplerini çağırır ve gelen ayeti yazdırırdı. Ek olarak, hz peygamber de dahil olmak üzere çok fazla sayıda Müslüman kuran ı kerimi ezbere biliyordu. Her yıl ramazanda hz peygamber kuran ı kerimi sesli olarak baştan en son gelen ayete kadar okurdu. Vefat edeceği yıl 2 kere okumuştur( hatta şu anda ramazanda yapılan mukabele
Geleneği buradan gelir). Dahası kuran ı kerimin ne zaman kitap haline getirlidiği ve ne zaman çoğaltıldığı  bellidir( dört halife döneminde yani hz peygamberin vefatından hemen sonra.Hatta Topkapı sarayında hz osman zamanında kalma, sergilenen bir kuran ı kerim var) Bu kadar çok kişinin tarih boyunca ezberlerinde ve kitaplar ile koruduğu bir metnin bozulmadığına şüphe bırakmayacak seviyede inanmamızda bir sakınca yok. Aynı seviyede bir korunma derecesini hadislerde görememekle birlikte, doğru olmayan hadislerin de insanların dilinde eski zamanlardan beri dolanıyor olmasına rağmen,  hadislerin bir kısmının doğruluğundan emin olabiliyoruz. Hadislerin doğru aktarılabilmesi için sahabi ve tabiin nesli ‘’senet’’ sistemini geliştirmiştir. Senet sisteminde, hadisler aktarılır iken mutlaka bunu kimden duyduğu belirtilir ve yazıya geçirilecek ise yazılırdı. Zaman geçtikçe bu sistem hayati önem kazanmıştır. Çünkü zaman geçtikçe hadislerin değiştirilme ve yalan hadislerin uydurulma riski artmıştır. Böyle bir zamanda hadis alimleri, ucu hz peygambere uzanmayan hadisleri şüpheli kabul etmişler ve bu şüpheli hadislere senedi çok uzun(yani rivayet edenlerin sayısı çok fazla olan) hadisleri de eklemişlerdir.  Sahihliğinden emin olunan hadislerin toplanmasına ömrünü vakfetmiş olan alimlerden en önemlileri İmam ı Buhari, Tırmizi gibi kişilerdir. İmam ı Buhari’nin ‘’Sahih i Buhari’’ isimli hadis eseri en güvenilir eser kabul edilmektedir. Çünkü çok küçük yaştan beri hadis ilmi üzerine çalışmış ve islam memleketlerini gezip, bu konudaki eserleri inceleyip, senedleri en güvenilir olanları kitabına almıştır. Bu kitap bugün herhangi bir kitapçıda bulunabilir. İçindeki tüm hadislerin senedi hz peygambere dayanmaktadır. Hadis usulü ilimlerinin sayısı hayli fazladır. Öyle ki hadislerin senedlerini, metnini, manalarının hz peygamberin sünnetine uygunluğunu inceleyen ayrı ayrı ilim dalları vardır ki hadisler doğrulukları konusunda bu alimlerin incelemelerine maruz kalmıştır. İslamın, diğer dinlerin aksine peygamberinin zamanından beri bir ‘’devlet’’ haline gelmesi onun pek çok konuda ihtiyacı olduğu kurumları ve ekolleri erkenden kurabilmesini sağlamıştır.)

: Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm kendi kendine güneş gibi bir bürhandır. Ve keza o zâtın (A.S.M.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o zâtın yaradılışında, tabiatında bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı; behemehal gençlik saikasıyla dışarıya verecekti. Halbuki bütün yaşını, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ıttırad ve intizam üzerine geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir. Ve keza yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz. Bu zâtın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılab-ı azîmi, âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celb ve cezbettiren, o zâtın (A.S.M.) evvel ve âhir herkesçe malûm olan sıdk u emaneti(doğru sözlülüğü ve güvenilirliği) idi. Demek o zâtın (A.S.M.) sıdk u emaneti, dava-yı nübüvvetine(peygamberlik davasına) en büyük bir bürhan(delil) olmuştur.
Yine âlemce malûmdur ki, devlet bir şahs-ı manevîdir. -Çocuk gibi- doğması, büyümesi zaman ister. Ve keza yeni teşekkül eden bir devletin, bir milletin ruhuna kadar nüfuz eden eski bir devlete galebe etmesi yine tedricîdir(zaman ister), zamana mütevakkıftır. Acaba Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bütün büyük esasaları hâvi olan ve maddî manevî bütün terakkiyat(ilerleme) ve medeniyet-i İslâmiyenin kapısını açan, kısa bir zamanda aniden teşkil ettiği bir devletle, dünyanın bütün devletlerine galebe edip(boyun eğdirip) maddî manevî hâkimiyetini muhafaza ve ibka ettiren, hârikulâdeliği değil midir?
: Evet tehditlerle, korkularla, hilelerle fikirleri başka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri azdır, yüzyseldir, geçici olur. Muhakeme-i akliyeyi az bir zaman için kapatabilir. Amma irşadıyla kalblerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatın en incelerini heyecana getirmek, istidadların inkişafına yol açmak, ahlâk-ı âliyeyi(yüce ahalakı) tesis ve alçak huyları imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kaldırıp hakikatı teşhir etmek, hürriyet-i kelâma serbestî vermek, ancak şua-i hakikattan muktebes hârikulâde bir mu'cizedir.Evet asr-ı saadetten(hz peygamberin yaşadığı zaman) evvelki zamanlarda kalb katılığı ve merhametsizlik öyle bir hadde baliğ olmuştu ki, kocaya vermekten âr ederek kızlarını diri diri toprağa gömerlerdi. Asr-ı saadette İslâmiyet'in doğurduğu merhamet, şefkat, insaniyet sayesinde, evvelce kızlarını gömerlerken müteessir olmayanlar, İslâmiyet dairesine girdikten sonra karıncaya bile ayak basmaz oldular. Acaba böyle ruhî, kalbî, vicdanî bir inkılab hiçbir kanuna tatbik edilebilir mi?
Evet, görünüşte düşman görünen,islamiyet dairesine girmeyen  filozoflar bile bu hakikati tasdik etmiştir.  Amerikalı filozof Carlyle, Alman Goethe’nin anlatmasıyla; Kuran’ın hakikatlerine dikkat ettikten sonra  ‘’Acaba İslamiyet ile medeniyet aleminin olgunlaşıp kemale ermesi mümkün müdür?’’ Diye sormuş. Sonra kendi sorusuna cevaben: ‘’Evet, muhakkikler( doğru ve yanlışı ayıran, hakikatleri görenler) şimdi o daireden istifade ediyorlar. Kuran hakikatleri ortaya çıkığı zaman ateş gibi tüm dinleri yuttu. Zaten bu onun hakkı idi. Çünkü Hristiyanlık ve Yahudiliğin hurafelerinden hiçbir şey çıkmadı’’ demiştir
Bir de şunları belirtmek gerekir: hz muhammed, onu inkar edenlere göre madem hakiki peygamber değildi. O zaman tüm bu peygamberlik davasına niçin girdi?  Soyunda, atalarında bir kral yoktu ki saltanatını geri kazanmak istesin. Kendisi, bırak saltanatı, çevresindeki insanlar onun etrafında pervane gibi dönerken; komşum aç iken tok yatamam diyecek kadar cömertti. Buna rağmen mal mülk kazanmak için mi girdi? Hiçbir erkek evladı  bir iki yaşından fazla yaşamadı ki evlatları için saltanat istesin.  Yoksa kadın için mi girdi? Gençliğinin baharında, 25 yaşında iken 40 yaşında bir hanımla evlenip neredeyse 30 yıl, hanımının vefatına kadar başka bir kadınla evlenmeyen, erkekliğinin güçlü çağlarını böyle geçiren biri mi  bunun için girdi?  Üstelik hiçbir kimse kadınlarla yatmak için ‘’din kurup’’, bunun uğrunda kılıç kalkanla savaşacak kadar manyak olamaz, hz muhammed yeterince yakışıklıydı. Onun kazandığı tek şeyi söyleyeyim: İnsanların kalbinde, diğerleri istedikleri kadar inkar edip iftira etsinler, asla değişmeyecek olan baş köşeyi kazandı. Padişahlar her gün, günde beş vakit onun için dua ettiler…

ESKİ İLAHİ KİTAPLARDA HZ PEYGAMBER



Eski semavi kitaplarda HZ. peygamber ile ilgili haberler:

Kuran ı Kerim’de, ehl-i kitab’ın yani Hristiyanlar ve Musevilerin, HZ peygamberi kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanıdıkları zikredilir. Zira bunlara verilen kitaplarda son peygamber ile ilgili bir çok havadis yer almaktadır. Zaten o dönemde pek çok ehl i kitap alimi bir peygamberin gelişinin yakın olduğunu bilmektelerdi. Hatta HZ peygamberin o dönemki mısır kralı Mukavkıs’a gönderdiği islama davet mektubuna cevaben Mukavkıs; Ben bir peygamberin geleceğini biliyordum fakat onun Şam da ortaya çıkacağını düşünmekteydim demiştir. Yine  Yahudiler ile HZ peygamber arasındaki sürtüşmelerin ana kaynağı, Yahudilerin bu gelecek peygamberi önceki bir çok peygamber gibi kendilerinden beklemeleriydi.  Peygamberlik HZ peygamber ile birlikte araplara geçince milliyetçilik duyguları kabardı ve islama düşmanlık ettiler.

Tevratın 1844 londra basımı,tesniye kitabı 33. Bab bölümü: ‘’Allah insanlığa Sina’da teveccüh etti, Sair’de tecelli buyurdu, Faran dağlarında zuhur edip kemali ile ortaya çıktı. Onun yanında dostları olacaktır. Ve sağ elinde ateşten iki ağızlı balta bulunacaktır.’’   Sina dağı:  tevrat’ın HZ musa’ya indirildiği dağın adı. HZ musa bu dağda allah ile konuştuğu için ünvanı ‘’kelimullah’’ dır.  Sair:   o dönemki romanın Şam bölgesinde bir dağın adıdır. HZ isa’ya incil’in indirildiği Nasıra bölgesi Şam’dadır.  Faran: Mekkenin eski adlarındandır.  Tekvin kitabı 21 bab7 18-21: HZ İsmail in faran a yerleştiğini söyler. HZ İsmail in yerleştiği yer herkes tarafından bilinir ki mekkedir. HZ peygamber in soyu da HZ ismail’den gelmektedir. Sağ elinde ateşten iki ağızlı balta olacaktır, ifadesi HZ peygamberin şeriatında cihadın meşru olmasına işaret etmektedir.
    O dönemde mekke'de yaşayan arap halkının içinde Hz İsmail'in soyunun da bulunduğu iddiası Hz Peygamberden sonra ortaya atılan bir iddia değildir. Bunun en açık kanıtlarından biri şudur ki: İslam öncesi arap dininin ve arap kültürünün pek çok öğesi Hz İbrahim ve oğlu hz İsmail'den kaynaklanmaktadır. Örnekler: Kabe, hac, sayy, zem zem suyu, okçuluk... O dönemde yaşayan bazı mekke'li kişiler çok tanrılıcılığı reddediyor ve sadece Allah'a inandığını söylüyordu. Bu kişiler  ''İbrahim'im dini üzereyim'' demekteydiler. hz İbrahim ve Hz ismail'in soyundan geldiği bilinen kavim Hz peygamberin de mensubu olduğu Kureyş kabilesidir ki zaten Mekke'nin liderliği bu kabiledeydi.  

Tevrat; tesniye kitabı  BAB 18: ‘’İleride israiloğullarının kardeşleri evladından olmak üzere senin gibi bir şanlı resul(peygamber) daha göndereceğim ve kelamımı onun ağzına koyacağım. Bu cihetle her ne emredecek olursa onu benden telakki eylemiş bulunacaktır. ‘’ Burada İsrailoğulları denmiyor, kardeşlerinden deniyor. HZ ibrahim’in iki oğlu İsmail ve ishaktır. HZ ishak’ın soyu israiloğullarıdır yani bugünkü Yahudilerdir.( İsrail HZ yakub un lakabıdır.) HZ İsmail ‘in soyu ise arabistana göç etmiştir ve burada araplar ile karışmış, Mekke araplarına liderlik etmişlerdir. HZ İsmail ve HZ ishak farklı annelerden dünyaya gelmiştir. HZ ishak’ın annesi soylu bir  hanımdır. HZ İsmail in annesi HZ Hacer ise siyahi bir köledir. Bu sebeple Yahudiler akraba oldukarı halde arapları küçük görmüşler ve HZ peygambere peygamberliği yakıştıramamışlardır. Zaten dünyada milliyetçilik akımlarını başlatan Yahudilerdir. Milliyetçilik, Yahudi dininin esaslarından biridir.  Tevratta geçen  bu ifadede ‘’ senin gibi bir resul’’ ifadesi HZ musa ve HZ peygamber in şeriatlarının cihad ı meşru kılması yönünden benzeştiğine de işaret eder. Zira ikisi arasında gelen resul( kitap verilen peygamber) olan HZ isa, cihad ile emrolunmamıştır ve soy olarak HZ Meryem tarafından  israiloğullarındandır, kardeşlerinden değildir. Aynı zamanda HZ isanın şeriatında, HZ musa’nınkinde olduğu gibi hadler, yasaklar, temizliğe dair hükümler yoktur. HZ isa çoğu konuda HZ Musa’ya verilen Tevrat a uymuştur.  HZ isa, HZ musa gibi kavmi arasında sözü geçen ve kavminin liderliği görevini ifa eden bir peygamber de değildi. Halbuki HZ muhammed tüm bu hususlarda HZ musa’ya benzemektedir.‘’Kelamımı onun ağzına koyacağım’’ ifadesi de HZ peygamberin okuma yazma bilmeyişine ve kuran ı kerimi ezbere okumasına işaret eder.  Selman ı Farisi, Tamim i Dari, Abdullah bin selam, muhayrik, carud bin el ala gibi sahabiler(HZ peygamber döneminde, onu gören ve Müslüman olanlara verilen isimdir) Hristiyan veya Yahudilikten islama geçmiştir ve bu kişilerin islama geçiş hikayeleri Hristiyan ve Yahudi kavimlerinin HZ peygamberin vasıflarından haberdar olduğuna hükmettirir.

Yuhanna incili  bab 14 ayet 15-16: eğer beni seviyorsanız edeceğim vasiyeti ezberleyiniz ki ben babadan talep edeceğim, size başka bir faraklit verecektir. O sizinle ilelebet sabit kalacaktır.
Yuhanna incili  bab 14 ayet 26: faraklit öyle kutsal bir ruhtur ki benim namıma rabbim onu gönderecektir. O size her şeyi talim edecek ve benim söylediğim sözlerin hepsini hatırlatacaktır.
Yuhanna incili  bab 16 ayet 26: faraklit gelince benim için şehadet eder.
Yuhanna incili bab 16 ayet 7: ben size hak ne ise onu söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem faraklit gelmez. Ben gittiğim zaman onu size gönderirim.
Yuhanna bab 16 ayet 8: faraklit geldiğinde cümle alemin hatalarını kınar.

Burada öncelikle iki şey açıklanmalı: Birincisi ehl i kitap yani Hristiyan ve Yahudiler, kutsal kitaplarını, özellikle de incili, bir çok defa ve bir çok dile tercüme etmişlerdir.  Bu tercümeler sırasında metinlerde bahsi geçen özel isimleri de tercüme etmekte oldukları dile eş anlamlı olarak çevirmek gibi bir adetleri vardır. HZ isanın konuştuğu lisan İbranice idi. Fakat bir çok incil nüshası arasından, iznik konseyinde Hristiyan kilisesi tarafından doğru kabul edilen 4 incilin 3 ü nün yazım dili yunancadır. Bu ayetlerdeki geçen faraklit, yunanca incillerden tercüme edilmiştir. Faraklit olarak zikredilen bu şahsın özellikleri tamamen HZ peygambere uymaktadır. Bu incil ayetleri Müslüman alimleri tarafından HZ peygamberin incilde bahsedilmesine delil olarak öne sürüldüğünden dolayı Hristiyan rahipleri de buna şöyle cevap vermişlerdir: evet bu faraklit lafzı Yunancadan arapçalaştırılmıştır. Fakat yunanca aslı paraklitos olup yardımcı, tesellici demektir. Eğer paraklitos değil de Müslümanların idda ettikleri gibi piriklitos olsa idi bu kelimenin manası övülmüş, yüceltilmiş kişi demek olurdu.(muhammed isminin manası çok övülmüş kişi demektir, med etmekten gelir: muham med. ) Ayette geçen piriklitos  yani övülmüş kişi kelimesinin arapça karşılığı ise ahmed dir. Ahmed de övülmüş kişi demektir. Zaten HZ peygambere ahmed de denmektedir.  Burada bir kuran ı kerim ayetine bakalım: saff suresi 6. Ayet:’’ Meryem oğlu isa da;Ey israiloğulları. Ben allah’ın size gönderdiği elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat ı onaylamak ve benden sonra gelecek ahmed isimli bir peygamberi müjdelemek üzere gönderildim. Ama (gelişini isa nın önceden haber verdiği) elçi onlara gelince bu göz boyayan bir büyüden başka bir şey değil demişlerdi.’’ Yunanca incillerde bu kelime paraklitos olarak yazılmıştır. Fakat bu kelime yunanca’da kişilere verilen bir isim olarak kullanılmaz. Ayrıca yunan harflerinin birbirine benzemesi ve fonetik olarak iki kelimenin(paraklitos ve piriklitos) neredeyse aynı olması da yapılan karışıklığın ihtimal dahilinde olduğunu akla getirir. Aslında böyle bir tartışmanın yapılıyor olması bile ve incilde geleceği söylenen bir kişinin isminin HZ peygamberin ismine benzediği iddiasının yapılabiliyor olması bile   başlı başına mucizedir. Bu eş anlamlı kelime benzerliği başka bir incil ayetinde de olabilirdi ama gelecek bir kişiden bahseden ayette ortaya çıkmıştır. Kelimenin aslı paraklitos olsa ve teselli eden anlamında olsa bie bile bu HZ muhammed in orada anlatılan kişi olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü teselli eden ünvanı da ona uymaktadır.  Dahası bu incil ayetinde bahsedilen kişinin HZ peygamber olduğunu iddia ederken dayanılan tek dayanak kelimenin eş anlamlı olması değildir. Bahsedilen bu faraklitin özelliklerini karşılayan ve HZ isadan sonra gelen, HZ peygamberden başka bir kişi de gösterilemez Buna rahiplerin itiraz ediyor olması ise normaldir. Çünkü dinlerini korumak için bunu yapmak zorundalar.

Bahsedilecek başka bir konu da şudur: Hristiyanlarca, bahsedilen faraklit isimli kişinin kutsal ruh olduğu öne sürülmüştür. Fakat HZ peygamberin zamanından çok önceleri, incilde bahsedilen faraklit olduğunu öne süren insanlar vardı. Miladi 177 yılında küçük asyada bu iddia ile öne çıkıp etrafında bir çok insanı toplayan bir kişi vardı. Bu kişi iyi halli birisi olduğundan pek çok insanın kabulüne mazhar olabilmişti.  Bu kişi Hristiyan kilisesi tarafından çok makbul kabul edilen, William Muir isimli İngiliz tarihçisinin yazdığı Hristiyan tarihi eserinde mevcuttur ve kendisinin ve ona inanan kişilerin yaşadığı olaylar ve halleri anlatılır.
  Yine Hristiyanlar tarafından yazılan başka bir Hristiyan tarihi kitabında HZ peygamber için şu ifadeler kullanılır: ‘’Muhammedin zamanındaki Hristiyan Ve Yahudi alimleri bir peygamber gönderilmesini bekliyorlardı. Muhammed bundan fayda sağladı. Çünkü o ‘’ beklediğiniz nebi benim’’ diye iddia etti’’

HZ peygamberi görüp Müslüman olan eski bir Hristiyan olan Carid bin el ala(r.a.) uzun uzun düşünüp, HZ peygamber ve Müslümanların başından geçen olayları değerlendirdikten sonra  HZ peygamberin huzuruna gelip şöyle demiştir: Gerçekten siz hak dine davet ediyorsunuz ve en doğru sözü söylüyorsunuz. Sizi hak din ile gönderen allah a yemin ederim ki; vasıflarınızı incil i şerif de bulmuşum ve asla şüphem kalmamıştır ki  İBN betül’ün (HZ isa nın isimlerinden biri) müjdelediği ahir zaman nebisisiniz. Sonuz selam ve şükürler allaha olsun. Artık eser aramakta ve kesin bilgiyle beraber şüpheli davranmakta mana yoktur. Şahadet ederim ki allahdan başka ilah yoktur ve  siz de onun resulüsünüz.

Hristiyanlar, faraklit in kutsal ruh olduğunu söylerler. Böyle olmadığı yönünde ortaya konan deliller şöyledir:
1.      Delil: HZ isa, faraklit ile ilgili verdiği haberleri dillendirmeden önce, vasiyetimi hıfzediniz(yani aklınızda tutunuz, ezberleyiniz) demiştir. Bundan maksat, vereceği haberi duyanların riayet etmeleri gerektiğidir. Demek ki bahsi geçen faraklit, müjdelenen bir peygamberdir ve onun geldiği zamanda, HZ isanın ümmetinden birçok kişinin onu inkar edeceğini HZ  isa bilmiştir ve böyle bir tavsiyede bulunup havarilerine ‘’bunu aklınızdan çıkarmayın’’ demiştir. Eğer maksadı nuzül  edecek ruhu haber vermek olsa idi, bunu söylemesine gerek olmazdı. Çünkü havarilere nazil olacak ruh, daha önce de onlara nuzül etmiş ve havariler ondan feyiz alıp manevi yönden faydalanmayı adet edinmişlerdir(kutsal ruh dan maksad  Cebrail(a.s) dır. Hristiyanların teslis(üçleme)inancındaki üçten birisidir: baba, oğul, kutsal ruh). Hal böyle iken HZ isadan sonra kutsal ruh un onlara tekrar gelmesi havarilere hiç de inanılması zor veya hayret verici bir şey gibi gelmezdi. Aynı zamanda  kutsal ruhun insanın kalbine nuzülü zahiri(somut) bir şey olduğundan, bunu yaşamış birisinin inkara imkan bulamayacağı aşikardır. Böyle olsaydı, HZ isa havarilere bunu aklınızdan çıkarmayın demeye gerek görmezdi.
2.      ‘’Faraklit, benim söylediklerimi hatırlatacaktır’’ ifadesi.  Yeni ahit’de(yani incilde) ‘’havariler isa nın söylediklerini unutmuşlardı da ruh gelip onlara hatırlattı’’ diye bir ifade yoktur. Zaten aradan zaman geçmiş olmadığından böyle bir şey söz konusu olamaz.
3.      Yuhanna incilinin bazı ayetlerinde:’’ faraklit gelmeden evvel haber veriyorum ki geldiği zaman iman edesiniz’’  tabiri geçer.  Buradan anlaşıldığı üzere faraklit kutsal ruh değildir.(yukarıdaki sebep). Eğer maksat ilerideki bir peygambere iman ise, bu söz mana kazanır.
4.      ‘’faraklit benim için şahitlik edecektir’’ ibaresi.  Halbuki nazil olan kutsal ruhun, inkar edilmekte olan birinin doğru söylediğine şahadet etmesi gibi bir olay söz konusu değildir. Havariler zaten HZ isaya iman ettiklerinden, birinin şahadetine muhtaç değillerdi. Ama HZ peygamber, HZ isanın ‘’ben allah ın kuluyum ‘’dediğine şahadet etmiş, onun peygamberliğininin gerçek olduğunu söylemiş, HZ isanın Hristiyanların iddia ettikleri gibi ilah olmadığını söylemiş, hem de HZ isanın annesi HZ Meryem’e atılan iffetsizlik iftirasını temizlemiştir.
5.      ‘’ben gitmedikçe, faraklit gelmez’’ ifadesi. Halbuki, kutsal ruh un, HZ isanın zamanında havarilere, HZ isa tarafından İsrail beldelerine gönderildikleri zaman da geldiği Hristiyanların kitaplarında açıklanmıştır. Bu sebeple, kutsal ruh un gelişini kendi gidişine bağlaması geçerli olmayacaktır.
6.      ‘’Faraklit, hatalarından  dolayı bütün alemi kınayıp, tekdir edecektir.(azarlayıp paylayacaktır)’’ ifadesi. Bu ifade de kutsal ruh gibi doğaüstü bir varlığa değil, bir insan olan HZ peygambere uymaktadır.  Çünkü o, hem Yahudileri hem Hristiyanları, Mecusileri, putperestleri içinde oldukları delalet ve hatalarından dolayı tenkid etmiş ve onların hatalarını ortaya koymuştur.
7.      ‘’benim söyleyecek çok sözlerim vardır, fakat sizin bunları duymaya mecaliniz yoktur. Faraklit gelince hepsini beyan edecektir.’’ İfadesi. Hristiyanların havarilere indiğini iddia ettikleri kutsal ruh ise, havarilere iki şeyi ifade etmiş. İddialarınca teslis inançlarını sağlamlaştırmış, ve havarileri bütün alemi bu inanca davet etmek ile görevlendirmiş. Havarilerin kutsal ruh dan öğrendikleri bunlardan ibaret olunca, HZ isanın söylemeye çekindiği gerçekler nerede kalmıştır?  Fakat HZ peygamber, isevi şeriatına göre biraz daha ağır olan islam hükümlerini getirmiş ve HZ isanın ifade etmediği nice gerçek HZ muhammed vasıtası ile insanlığa açıklanmıştır.
8.      ‘’faraklit kendiliğinden bir şey söylemeyecek, allah’dan işitttiğini söyleyecektir.’’ Bu gibi bir söz, inkarcılar tarafından inkara edilebilecek bir kişiyi tasdik için söylenir. Kuran ayeti: ‘’o, kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor. O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.’’  Halbuki kutsal ruh gibi bir varlığın söyledikleri inkar edilemez.
9.      ‘’ faraklit, bana mensup olan şeylerden alıp istifade edecektir.’’ İfadesi. Buradan, bahsedilen kişinin zaman içinde olgunluğunun artacağı anlaşılır. Bu bir insan olan HZ peygamber için mümkündür. Fakat, hristiyanların iddialarınca kadim, mutlak ve yaratılmamış olan kutsal ruhun, olgunluğunun artması veya bir şeylerden  istifade etmesi söz konusu olamaz. Çünkü hristiyanalrın teslis inancında kutsal ruh tanrıdır.

Hristiyan rahiplerinin bu konuda birtakım itirazları olmuştur.
     Birincisi: İncil’de faraklit  ‘’hakkın ruhu’’ olarak tefsir edilmiştir.  Bu ise onun teslis inancında üçüncü olan kutsal ruh olduğuna işaret eder. Çünkü bu tür sözler ancak bu manada kullanılırlar.
    Buna cevap: Hakkın ruhu ve benzeri  ifadelerin doğaüstü bir varlık için kullanılmasının şart olmadığı, yine Hristiyanların kendi kitaplarındaki ifadeler ile ispat edilebilir. Hezekiyel  kitabı 37. Bab 14 ayetinde allah, HZ isa için: size ruhumu veriyorum ifadesini kullanmıştır. Yuhanna birinci mektup, 4. Bab:  1-sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın. Allahtan olup olmadıklarını anlamak için imtihan edin. Çünkü bir çok sahte peygamber dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır. 2- isa mesih in beden alıp bu dünyaya geldiğini kabul eden  her ruh allahtandır. Allah ın ruhunu bununla tanıyacaksınız. 6- biz allahdanız. Allah ı tanıyan bizi dinler. Allah dan olmayan bizi dinlemez. Hakikatin ruhu ile delaletin ruhunu böyle ayırt ederiz.  Bu ayetlerde görüldüğü üzere incil terminolojisinde ruh kelimesi bir çok manada, bazen de insanları kast ederek kullanılmıştır.

      İkinci itiraz: rahipler der ki: faraklitin, ‘’siz’’ hitap zamiriyle muhatap bulunan havariler zamanında zuhur etmesi lazımdır. HZ muhammed ise onun zamanında gönderilmemiştir.
    Buna cevap: matta incili 26 bab 64. Ayet( Yahudilere hitaben HZ isa demiştir ki:) siz beni bir bulut üzerinde semadan nazil olduğum zaman göreceksiniz. Halbuki HZ isanın bunu söylediği Yahudi kişiler HZ isayı semadan indiği halde görmemiştir. Bu sözün yalan olmaması için, Yahudiler ahir zamanda(kıyamete yakın zamanlarda) HZ isayı semadan indiği zaman göreceklerdir demek gerekir. Demek ki siz hitabı başka bir zamandaki insanlar için söylenmiştir.

Üçüncü itiraz: faraklit hakkında: ‘’o sizin yanınızda mukim ve sabittir.’’ denilmiştir. Bu ise HZ muhammed e uymaz. Demişlerdir. 
  Buna cevap: faraklit hakkında’’ben gitmez isem o gelmez’’ ifadesi faraklit in sonradan geleceğini ve havariler zamanında bulunmadığını anlatır. Dahası, HZ muhammed, HZ isa gibi göğe yükseltilip insanlardan ayrılmamış, dünyada iken vefat edip medineye gömülmüştür. Hatta bildiğim kadarıyla kabrinin yeri kesin olarak bilinen tek peygamberdir. Aynı zamanda onun getirdiği şeriat başka bir peygamber tarafından hükümleri geçersiz kılınarak kaldırılmamış ve kıyamete kadar süreceği bildirilmiştir. Yine incilden örnek verecek olursak; incilde zaman belirten kelimelerin düz anlamlarıyla kullanılmayışına dair: yuhanna incili 5.bab 25. Ayet: ‘’size doğrusunu söyleyeyim. Ölülerin, allah ın oğlunun sesini duyacakları ve işitenlerin yaşayacakları gün geliyor, hatta geldi bile.’’ Halbuki kıyamete dair olan bu haberde; o gün geldi bile denilmesine rağmen, kıyamet  2000 yıl geçse de hala kopmamıştır.

Dördüncü itiraz: resullerin işleri kitabının ilk babında 4. Ve 5. Ayetlere göre, kutsal ruh un gelmesinin vaftiz için olduğunu söylemişlerdir. Bu ayetler: havarilere hitaben: ‘’Benden işitiiğiniz babanın vaadi nin intizarında bulununuz. Zira yuhanna su ile vaftiz olundu siz de yakında kutsal ruh ile vaftiz edileceksiniz.’’   Bu ayetlerde faraklit ile ilgili veya ona isnat edilebilecek herhangi bir şey yoktur.  Bunu faraklit ile ilgili haberler ile birleştirmeleri rahiplerin kendi  yorumudur.

Beşinci itiraz: faraklit ile ilgili bu haber yanlızca yuhanna incilinde vardır. Diğer incillerde yoktur.

Hristiyanlar yuhanna incilini doğru kabul etiğinden, böyle bir şey ile faraklit ile ilgili haberi yalanlama hakları yoktur. Üstelik HZ isa ile ilgili pek çok bilinen olay bazı incillerde var bazı incillerde yoktur: örnek: HZ isanın baras hastalığına sahip on kişiyi iyileştirmesi, bir düğün yemeğinde suyu şaraba çevirmesi, 38 seneden beri hasta olan bir kişiyi iyi etmesi, körleri iyileştirmesi olayları 4 incilden bazısında var bazısında yoktur.

Mezamir, 45/2-17: gelecekte gelecek bir kişi hakkında şunlar yazar: mükemmel bir güzellik ve parlak bir cemal(yüz) sahibi olması, dudaklarından hakimane kelimelerin  çıkması, kılıç kuşanması, kuvvetli olması,emanete sahip çıkması, el altında sürekli ok bulundurması, insan kabilelerini hakimiyet altına alması, uzak ülkelerin krallarının kendisine hediyeler göndermesi, günahlardan ve şerlerden insanları men etmesi, soyunun kıyamete kadar süreceği… HZ muhammed in hayatının anlatan bir kitap okunduğunda bunların onun özellikleri olduğu görülür. Özellikle uzak ülkelerin krallarının ona hediyeler göndermesi, peygamberler arasında onu ayırt eden bir özelliktir. Soyunun kıyamete kadar sürmesi özelliği de yine aynı şekilde onu gösterir. Hristiyan uleması bu kişinin HZ isa olduğunu söylerler. Yahudiler ise daha gelmemiş bir kişidir derler. Bu özelliklerin çoğu HZ isaya uymaz(kılıç,soy, krallardan gelen hediyeler)

Eşiya’nın kitabı 42/1-20: o kişinin yeni bir tesbih ile gönderileceği ve o tesbihi(ibadeti) adaların ve çöllerin ahalisine ve bütün yeryüzü sakinlerine yayacağı yazılıdır. Bu yeni tespih namaz olabillr.
Aynı kitapta; bu kişinin Kaydar ın sakin olduğu diyarda zikir ve senalarıyla sesinin yükseltileceği de tasrih olunmuş  HZ muhammed in atalarından olan kaydar bin İsmail in arabistanda yaşadığı su götürmez bir gerçektir. Zaten HZ İsmail soyu arabistana yerleşmiştir.


 İncilde, Yahudilere hitaben HZ isa şöyle demiştir: Siz kutsal kitaplarda hiç okumadınız mı ki, binacılar tarafından terk edilen bir taş ilahi inayet ile köşenin baş tacı olacaktır. Bu ise nazarımızda pek harika bir iştir. Onun için sizlere diyorum ki allah ın egemenliği sizden alınıp semerelerini iyi yetiştiren ve onu güzel kullanan bir ümmete verilecektir. Ve bu taşın üzerine düşenler paramparça olacak ve o her kimin üzerine düşerse derhal ezip toz edecektir.(matta incili 21. Bab 42-44) HZ peygamber peygamberliğini ilan ettikten sonra, Yahudilerin ona karşı takındıkları tavır ve bunun sebepleri  hakkında bilgi sahibi olan birisi burada bahsedilen kişinin HZ muhammed olduğunu hemen çıkartabilir. Yahudiler, peygamberliğin artık israiloğullarından alındığını, ve son ve en büyük peygamberin küçümsedikleri araplardan geldiğini kabul edemediler.  HZ isa ya yaptıkları gibi onu öldürmeye teşebbüs ettiler.( bir iddiaya göre de bunu başardılar: bir Yahudi kadın,HZ peygamberin yediği bir koyun etini zehirlemiştir. HZ peygamber bu etten bir ısırık almış daha sonra et dile gelip;zehirliyim beni yeme, demiştir. Bundan yaklaşık bir yıl sonra HZ peygamber rahatsızlanmış ve bu rahatsızlık sonucu vefat etmiştir. Bazı kişiler bunun yediği zehirin etkisi ile olduğunu söyler) Hristiyanlarca bu taşın HZ isa olduğu söylenir. Buna verilecek cevaplar:
1-      İncildeki bu cümlenin gidişatından, taş olarak simgelenen kişinin HZ isa’dan farklı bir kişi olarak tasvir edildiği anlaşılabilir.
2-      Hristiyan inancında HZ isa Yahudilerin elinde öldürülmüştür. Halbuki bu ayette,’’ taşın üzerine düşenlerin parçalanması ve onun üzerine düştüklerini parçalaması’’, bu kişinin düşmanlarına galip geleceğini düşündürür. Zaten HZ isanın kendisi de; ben hükmetmek için gelmedim, demiştir.
3-      HZ peygamber şöyle demiştir: ben ve benden evvelki  peygamberler şöyle temsil edilebilir ki: bir zat büyük bir saray bina etmiş de en mutena bir mevkiindeki bir tuğlanın yerini boş bırakmış. Sarayı temaşa etmeye gelenler çok beğenmişler ve asla kusur bulamamışlar fakat o boş köşe gözlerine çarpmış. İşte o sağlam bina benimle tamamlanmış ve risalet(peygamberlik) benimle sona erdirilmiştir.

HZ. Davud(a.s.) ın Mezamir’i 68/31: gelecek nebinin vasıfları şöyle tasvir edilmiştir: habeş kavminin onun huzurunda bulunmaları,yemen meliklerinin kurban kesmeleri,muhtaç ve sıkıntıda olanları kuvvetlilerin zalimliğinden kurtarması,zayıflara ve miskinlere merhamet ve inayet ile çare bulması…  islam şeriatında fakirlere yardım konulu kaç ibadet olduğuna bir bakalım: Benim bildiklerim bunlar: zekat, fitre, sadaka, infak… zekat: zaten farzdır. Belli bir zenginlik düzeyine sahip bulunan herkes, her sene, o yıl kazandığı malın 40 da birini fakirlere vermelidir. Şimdi biraz düşünelim. Şu anda bütün dünya en azından bir yıllığına Müslüman olsa, bunun içine bir yıllık gelirleri türkiyenin gelirinden fazla olan pek çok alandaki şirketlerin patronlarını da dahil ediyoruz, dünyadaki açlık biter miydi bitmez miydi? Dünyada silah sanayiine harcanan bir yıllık paranın dünyadaki açlığı çok çok uzun bir süreliğine bitirebilecek miktarda olduğunu öğrendiğimizde,  sadece silah değil pek çok alandaki şirketlerin göstermelik değil samimi şekilde bu ülkelere yardım etmesinin ne kadar büyük bir olay olduğunu anlarız. Üstelik Müslümanlar zekatı her yıl vermek zorundadır. Dahası, zekat olması gereken yardım miktarının en azıdır. Yani yapılmaması mümkün olmayan yardım miktarıdır. Aslında islamda, Müslümanlara öğütlenen gerçek yardım; infaktır. İnfak: bir kişinin, kendi canı acıyacak miktarda paylaşmasıdır. Yani yolda cebimizde 100 lira ile yürüyoruz. Kenardaki dilenciye 1 lira vermemiz infak değildir. Ama 50 lirasını dilenciye vermemiz infaktır. HZ peygamber ve sahabilerinin hayatı infak ile geçmiştir.  HZ peygamber, bazı geceler evinde yiyecek hiç bir şey bulamazdı, kendisi için ölümü göze almış insanlar ile çevrili olmasına rağmen. HZ Ebu Bekir, hayatında tam 3 kere malının yarısını sadaka vermiştir. HZ peygamberin ve sahabilerin yaptığı infak ve paylaşmayı anlatmaya kalksam herhalde bir kitap yazmam gerekir.
Mezamir 15/1-5: insanları faizden kurtaracağını söyler. Faiz islamda haramdır.
HZ eşiya’nın kitabı: 9/6-7: peygamberlik mührünün onun kürek kemikleri arasında olduğu yazılıdır. HZ peygamberin kürek kemikleri arasında kabarık ve tüylü bir yer vardı. Bu nübüvvet mührüdür.
Mezamir:149/1-9: gelecek nebinin ümmeti şöyle anlatılır: iki yüzlü kılıçlar kullanırlar, zorbalardan intikam alırlar, silsileler ve zincirler ile krallara boyun eğdirirler…. Henüz islam yeni tebliğ edilmeye başlanmış, Müslümanların sayısı çok az iken, Müslüman olan kişiler Mekkeliler tarafından işkence ve cinayetler ile muamele görürken,HZ muhammed in, kendisine inananlara iran ve rum(roma yani Bizans) saraylarını vaad etmesi ve Mekkelilerin bu konuda onunla dalga geçmesi,  çok değil 20 yıldan biraz fazla bir süre sonra iranın tamamiyle islam devletine bağlanması ve 1453 de Bizans ın fethi bu ayeti doğrular ve  HZ muhammed in peygamberliğini gösterir.
Eşiya(a.s.)ın kitabı: 54/1-3: HZ muhammed in şehrinin de bahsi geçer. O şehre, ‘’kısır’’ denilmiş ve vahşi evlatların meskeni iken ileride mamuriyet kazanacağı, her yerden daha aziz ve muhterem olacağı söylenmiştir.  Bu ifadeler Mekke ye çok uyar.  Tevrat ın tekvin kitabı 16/11-12 de İsmail in vahşet yerinde karar kılmış olduğu söylenmiştir. İsmail(a.s)ın o vahşet yerindeki evlatlarına da vahşi evlatlar denilmiştir. Bunlardan yukarıdaki ayette gelecek peygamberin şehri olarak bahsedilen kısır yerin Mekke olduğunu çıkartıyoruz.

Danyal 2/ 31-45: HZ danyal’ın, Behtünnasır isimli kralın rüyasını tabir etmesi(2. Behtünnasır, milattan önce 600 lü yıllarda yaşamış bir kraldı. Asurlularla savaşmış, Babil’i devletinin başkenti yapmıştı.Milattan önce 606 yılında İsrail şehirleri ve Mısır ile savaştı, bir çok yahudiyi babile getirdi. Kudüs ü tahrip etmiştir.) HZ danyal, krala şöyle demiştir: ‘’ Sen rüyanda büyük bir heykel gördün. Onun başı altından, göğsü ve kolları gümüşten, karnı ve baldırları bakırdan, topukları demirden; ayaklarıyla parmaklarının bir kısmı demir ve bir kısmı da topraktandı. Sen şaşkınlıkla bu heykele bakarken, havadan bir taş düşüp onun ayaklarına vurdu ve hemen yıkılarak bütün parçaları dağıldı, toz oldu, bir parçası bile yerinde kalmadı. Nazil olan taş hemen büyüyüp bütün alemi doldurdu ve dağ gibi mahallinde karar tuttu.’’ Dedi. Kral, evet gördüğüm rüya bundan ibarettir, şimdi de tabir et, dedi. HZ danyal şöyle dedi: bu heykel dünya saltanatıdır. Sen onun başı menzilindesin. Senden sonra  başka bir hükümet gelecektir ki, senin hükümetine kıyasla küçük olacağından rüyanda gümüş ile gösterilmiştir. Ondan sonra başka bir hükümet daha gelecek ve demirden olan başka bir saltanat onu yok edecektir. Daha sonra o da sona erecek ve onu  yerini kimi zayıf kimi güçlü pek çok hükümetler alacak( bu da heykelin ayakları ve parmaklarının demir ve topraktan oluşması ile rüyada simgelenmiş) demir ve toprak birbiri ile ittifak edemeyeceği gibi onlar da ittifak edemeyeceklerdir. Ondan sonra  allah, az bir zaman içinde bu hükümetleri ortadan kaldıracak ve gerçek saltanat sahibi birini gönderecek ki, onun saltanatı ilelebet payidar olup, kendisi de iki dünya saadetine kavuşacak.(heykele düşen taş ve taşın büyümesi)
Bu rüya harfiyen şöyle gerçekleşmiştir: Behtünnasır’ın hükümeti dağıldıktan sonra Madiler hükümeti ortaya çıktı. Madiler önceki hükümet  Keldanilere  kıyasla zayıftı. Madilerden sonra Kiyaniyan devleti ortaya çıktı ve kuvvet buldu. Hatta Kiyaniyan hükümetini kuran Keyhüsrev, milattan önce 536 da Babil i almıştır. Sonra büyük İskender gelip milattan önce 330 da tüm fars memleketlerini fethetti. Onun saltanatı, kendisine kimse karşı koyamadığı için demir ile simgelenmiştir. Büyük İskender fethettiği  yerleri komutanlarına paylaştırınca pek çok küçük devlet ortaya çıktı. Bunlar arasındaki çekişme Sasaniler dönemine kadar sürdü. Sasaniler de bazen güçlenip bazen zayıf düştüler. Sasani krallarından Nuşirevan zamanında HZ muhammed doğdu. Ve tüm bu memleketler ve daha bir çok yer islam hakimiyetine girdi. Hala da islam hakimiyetinden çıkmış değil.