Başlamadan
önce yaşanmış bir kıssa anlatmak istiyorum:
Osmanlının
son zamanlarında Mısır’da(suriye de olabilir tam hatırlamıyorum) bulunan bir İngiliz devlet adamı o yöredeki
bir hocaya şöyle bir soru sorar:
-Siz
Müslümanlar her şeyin kuran’da yazdığını iddia ediyorsunuz fakat son zamanlarda
yapılmış bütün bilimsel buluşlar hep batı dan geliyor. Kuran da herşey
yazıyorsa siz neden bu buluşları ve keşifleri yapmıyorsunuz? Hoca, adama bir
cevap veriyor fakat İngiliz kendisine verilen cevabı beğenmiyor. Bunun üzerine
o dönemin meşhur bir din alimine bu adama cevap vermesini söylüyorlar. Meşhur
alim, soruyu soran ingilizle buluşuyor
ve ona şöyle diyor:
-Bu
sorduğunuz hususun 3 sebebi vardır: birincisi; kuran ı kerim hz peygamberin ,
peygamberlik iddiasını desteklemek gibi bir fonksiyonu da üstlendiğinden, o
dönemki insanların aklının alamayacağı fakat bu gün bize sıradan gelen
şeylerden bahsetse ve haber verse idi, insanlar hz peygamberi ciddiye almazlar
ve etrafından dağılırlardı. İkincisi hz peygamber de süresi kısıtlı bir hayat
yaşadığından 23 yıl içinde parça parça inen kuran’da her şeyden açıkça
bahsedilmesi mümkün değildir. Üçüncü sebep ise sizin pek hoşunuza
gitmeyecektir, der. İngiliz, alınmayacağını söyler ve devam etmesini ister.
Bunun üzerine hoca şöyle der:
- Üçümcü
sebep de şudur ki, eğer kuran her şeyden açıkça bahsetseydi sizin gibi insanlar
bu bilgileri alıp insanlık zararına kullanırlardı. Bu yüzden yanlızca ehlinin
anlayabileceği şifrelemeler barındırır, der. Ve söyle devam eder:
-Ben de bu
şifrelerden bazılarını anlayabilen insanlardan birisiyim. Bu iddiamı ispat
etmek için şimdi sizin soyunuzu sayacağım, der. Sonra İngiliz devlet adamının 5
kuşak babalarını sayar. 5. Kuşağa
geldiğinde adam:
-Bundan
sonrasını ben de bilmiyorum saymana gerek yok der.
Kuran daki
mucizelerden bazıları şunlardır:
Gelecekten verilen
haberler:
’Rum suresi1-5: Elif
Lâm Mîm. Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden
sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir
Allah'ındır. O gün Allah'ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü'minler sevinecektir.
Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.’’ Rum suresinde ifade edilen yenilgi ve
zaferler Bizans ve Pers imparatorluğu arasında yüzyıllar süren savaşın son
dönemleri ile ilgilidir. 7. Yüzyılın başlarında Persler suriye ve anadolunun
bir bölümünü yani ayetteki ‘’yakın yerleri’’ işgal etmişlerdi. 613 de Şam’ı,
614 de Kudüs’ü aldılar. Mısır, 615-16 da teslim oldu. Hatta aynı dönemlerde
İstanbulu bile kuşattılar. Bu surenin nazil olduğu 615-616 senelerinde Bizans imparatorluğunun kesin
olarak parçalanması yakın görünüyordu. Hz muhammed in etrafındaki bir avuç
Müslüman, kendileri gibi ehl i kitap yani Hristiyan olan Bizans ın Mecusi olan
iran devletine karşı bu yenilgilerinden dolayı üzülüyor ve umutsuzluğa
kapılıyordu. Müşrikler ise iran ın kazanmasını istiyorlardı. Bizans’ın birkaç
yıl içinde galip geleceğini haber veren ayet gelince, Mekkeliler bunu alay ile karşıladılar.
622 de yani bu ayetin gelişinden 6 7 yıl sonra durum Bizans lehine değişti. O
yıl Bizans imparatoru Heraklius, Persleri Toros dağlarının güneyindeki Issus’da
yenilgiye uğrattı ve ardından onları küçük asyadan attı. 624 e kadar savaş pers
topraklarında devam etti. 626 Aralığında persler Bizans tarafından ağır bir
bozguna uğratıldı.
Fetih suresi,27-28:
‘’ Andolsun, Allah, Peygamberinin
rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış
veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz.
Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha
verdi.’’
Müslümanların
mekkeyi fethedeceklerini haber veren bu ayetten bir yıl sonra Mekke
fethedilmiştir. Dikkat edilmesi gereken bir nokta da bu ayetlerdeki ifadelerin
kesinliğidir. Gelecekteki haberler ile ilgili kati ve kesin bir dil
kullanılıyor ve bunlar çok geçmeden doğru çıkıyor.
Geçmişten verilen
haberler:
HAMAN isminin sırrı:
Firavun dedi ki:
"Ey Haman! Benim için yüksek bir kule dik de yollara erişeyim."
40 Mümin Suresi 36
Firavun dedi ki:
"Ey ileri gelenler! Ben sizin için benden başka bir tanrı tanımıyorum. Ey
Haman! çamurun üzerinde bir ateş yakıp bana yüksek bir kule yap ki Musa'nın
tanrısına ulaşayım. Gerçekten de ben onun yalancılardan olduğunu
sanıyorum."
28 Kasas Suresi 38
Fransız
bilim adamı Prof. Dr. Maurice Bucaille yakın zamanlarda "Musa ve
Mısır" adlı bir kitap yazdı. Bu kitap Kuran'da Haman isminin
kullanılışını, bu ismin kullanılışına tarihte yapılmış olan itirazları ve
bulunan eski hiyeroglif yazıların çözümünün, Kuran'ın doğruluğunu onaylamasını
anlatmaktadır.
Haman ismi
Tevrat'ta da geçer ve Kuran'ın işaret ettiği kişiden ayrı bir Pers hükümdarını
belirtir. Kuran'da hata bulmaya çalışan hata avcıları Kuran'ın Tevrat'tan
yanlış olarak kopyalandığını, Haman isminin kullanılış tarzının buna delil
olduğunu söylediler. (Kuran'da Haman ismi 5 kez geçer.) Kuran'ı insan yazması
sanan bu kişiler Kuran'ı yazdığını düşündükleri kişinin (Hz. Muhammed) yanlış
bir kopyalama yaptığını ileri sürdüler.
Bu
tartışmalar Fransız Jean François Champollion tarafından çözülen Rosetta Stone
adı verilen bir yüzü Yunanca, bir yüzü eski Mısır hiyeroglifi ve bir yüzü de
geç dönem hiyeroglifle (Demotik tarz) yazılmış bir yazıtla başka bir boyut kazandı.
Artık hiyeroglifler okunuyor ve isim listeleri çıkartılıyordu. Yine Viyana'daki
Hof Müzesi'nde Haman'ın Firavun'a yakınlığı anlatılmaktadır (Bakınız Walter
Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K. K. Hof Museum in Wien, 1906, J.
C. Hinriesche Buchhandlung). Yeni Krallık Listeleri sözlüğünde ise
"Haman" ismi aynen Kasas suresindeki gibi "Taş ocağı işçilerinin
şefi" olarak kayıtlıdır. (Bakınız Herman Renke; Die Aegyptischen
Personnennamen, Vierzeischnis der namen, Verlag Von J. J. Augustin in Glückstadt,
Band I, 1935)
Maurice
Bucaille "Haman" ismini bir Fransız Mısır Bilimcisine verir ve bunun
7. yüzyıldaki bir Arap el yazmasından alıntı olduğunu söyler. (Bu ismin
Kuran'da geçtiğini söylemeden, 7. yüzyıldaki Arap el yazması diyerek Mısır
bilimcisinin tepkisini ölçer.) O da, 7. yüzyıldaki bir Arap el yazmasında
hiyerogliflere ait bir bilginin geçirilmiş olmasının mümkün olmadığını, fakat
Firavun sarayının isim listelerine bakacağını söyler, Dr. Maurice Bucaille'a
ise "Dictionary of Personal Names of the New Kingdom by Ranke" adlı
Mısır isimleri sözlüğünü önerir. Bucaille ise Almanca hiyeroglif
transliterasyon listesinden Haman'ın, Taş Ocakları İşçilerinin Şefi olduğunu
bulur. Dahası Haman ismi Viyana'daki bir anıtta da kazılıdır. Haman'ın isminin
yanındaki ayıraç ise Firavun'un yanındaki önemini göstermektedir. (Mısırlılar
kelimelerini çok özel bir durum olmadıkça hep bitişik yazarlardı.)
Anlaşılıyor
ki Kuran'a karşı yapılan her itiraz geçersiz çıkmaktadır. Hatta bu itiraz
yapılan nokta araştırılınca, Kuran'ın yeni bir mucizesi daha anlaşılmaktadır.
Haman isminin rastgele bir şekilde Kuran'a konması mümkün değildir. Vahiy dışı
hiçbir kaynak Kuran'a bu ismi bu şekilde yerleştirmiş, her kelimeyi bu şekilde
yerli yerinde, mükemmel bir tarzda kullanmış olamaz.
Denizde boğulan firavun
ve gelecek nesillere ibret olması
Biz, İsrailoğulları'nı
denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine
düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın
kendisine inandığı (İlahtan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de
Müslümanlardanım" dedi. (Yunus Suresi, 90) Şimdi, öyle mi? Oysa sen
önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden
sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca
bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan
çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 91-92) Şu anda paristeki louvre müzesinde
secde halinde bulunan bir firavun mumyası vardr ki tamamen kendiliğinden doğal
şekilde mumyalanmış olduğu görülmüştür. Çünkü mumyalama işlemi sırasında
kişinin organları çıkartılır. Bunun ise organları yerindedir. Doğal mumyalanma
olayı hiç görülmeyen bir şey değildir. Fakat bir firavunun başına gelmesi ve
bunun kuran da var geçmesi ve kuran dan 1400 yıl sonra bu cesedin bulunması
apaçık bir mucizedir.
Evrenin genişlemesi:
Ve Evren’i (Göğü) kuvvetimizle kurduk,
muhakkak ki onu genişletmekteyiz.
Zariyat Suresi 47
Evrenin tek bir noktadan başlaması:
İnkar edenler, göklerle
yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana
getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Enbiya suresi-30
Evrenin büyük patlamadan sonra
bir hidrojen gazı bulutu evresinden geçmesi:
Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne,
"İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek
geldik" dediler. Fussilet suresi 11
Uzaydaki yörüngeler:
Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki,
muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz. Zariyat suresi 7
Güneş ve Ay’ın farkı:
"Ve Ay’ı bunlar içinde bir nur kılmış, Güneş’i de (aydınlatıcı ve
yakıcı) bir kandil yapmıştır." (Nuh Suresi, 16)
Yukarıdaki ayette Ay için ışık (Arapça“nur”), Güneş için
kandil (Arapça “sirac”) kelimeleri kullanılmıştır. Bu kelimelerden Ay için
kullanılan, ışığı yansıtan, parlak, hareketsiz bir kitleyi ifade eder. Güneş
için kullanılan kelime ise, sürekli yanma halinde olan, ısı ve ışık kaynağı,
gökteki bir oluşum anlamına gelmektedir.
''O (Allah) ki günesi bir ZIYA, Ay'i bir nur yapti. Yasin suresi 5
Ay, Güneş gibi bizzat ısının ve ışığın kaynağı değildir.
Güneş'in ve Ay'ın bu farklarına Kuran Güneş'i"ziya", Ay'ı
"nur" kelimeleriyle farklı şekilde tarif ederek dikkat çekmektedir.
Güneş'i tarif eden "ziya" kelimesi ışığı tarif ettiği gibi aynı
zamanda yakıcılığı, ısıyı da tarif etmektedir. "Ziya" kelimesine
verilen anlamlarda "ziya"nın bizzat ısının ve ışığın kaynağını ifade
etmesi, "nur" kelimesinin ise böyle bir vurguya sahip olmaması da
ayette bu kelimelerin seçilmesindeki inceliği gösterir.
Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik;
sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş'in Ay'a
erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir
yörüngede yüzüp gitmektedir (Yasin Suresi, 39-40 )
Ay'ın yörüngesi diğer gezegenlerin uyduları gibi düzgün bir
yörüngede ilerlemez. Ay, yörüngesinde seyrederken Dünya'nın bazen önüne bazen
arkasına geçer. Aynı zamanda Dünya'yla birlikte Güneş'in etrafında da
döndüğünden, uzayda sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer.
Ay'ın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, Kuran'da "eski bir hurma dalı gibi
döndü (döner)" ifadesiyle tarif edildiği gibi, kurumuş hurma ağacı dalının
eğriliğine oldukça benzemektedir. Nitekim ayette geçen "urcun"
kelimesinin anlamı, kuruyup incelmiş, bükülmüş hurma dalıdır ve hurma ağacının
meyveleri toplandıktan sonra, salkımdan geriye kalan kısmı ifade etmek için
kullanılır. Ayrıca bu salkım dalının "eski" ifadesiyle tasvir
edilmesi de son derece hikmetlidir, çünkü hurma dalının eskisi daha ince ve
daha eğridir.
Dünyanın şekli:
Ve yeryüzünü de yayıp yuvarlattı. (79:30)
Ayetin Arapça’sında geçen “dahv” kelimesinin köklerinden
türetilen kelimeler “yuvarlaklık” ifade etmekte, “devekuşu yumurtası” gibi
anlamlara gelmektedir. Bu yüzden yukarıdaki ayeti “Yeryüzüne devekuşu
yumurtasının şeklinin verildiği” anlamında algılayanlar da olmuştur. Prof. Dr.
Süleyman Ateş, en ünlü Arapça sözlük olan Lisanul Arab’a da dayanarak bu
kelimenin anlamını şöyle açıklamaktadır : “…Hasılı dahv döşemek, düzeltmek
demek ise de sadece basit bir döşemek ve düzeltmek değil, yuvarlak olarak
düzeltmek, döşemek anlamını verir ki bu ayetten Yeryüzünün yuvarlak yaratıldığı
anlamı çıkar.” “Dahv” kelimesi cevizle oynanan bir oyun anlamında da
kullanılmış, aynı kökten türeyen “medahi” kelimesi yuvarlak taşları ifade etmek
için kullanılmıştır. “Dahv” kelimesinde ve bu kelimenin kökünden türeyen
kelimelerde yuvarlaklık anlamı olmasına karşın bazı çevirmenler yeryüzünün
yuvarlaklığını algılamaktaki zorlukları sebebiyle ayeti sadece yeryüzünün
düzenlenmesi olarak algılamışlar, yazı ve çevirilerinde bunu yansıtmışlardır.
Oysa Dünya’nın şekli gerçekten de “dahv” kelimesinin ifade ettiği yuvarlaklığa,
yumurta biçimine, devekuşu yumurtası şekline benzemektedir. Dünyamız aynı
devekuşu yumurtası gibi geoittir. Yani tam düzgün küre olmayan, fakat küremsi,
kutuplardan basık şekildedir. İnsanlığın yıllarca anlamaya çalıştığı Dünya’nın
şeklinin ne olduğu konusunu da Kuran böylelikle çözmüştür.
Dişi arı:
Efendin dişi bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda, insanların
kurdukları kovanlarda evler edin.(16:68) Sonra meyvelerin her türünden ye
de Efendinin sana kolaylaştırdığı yollara koyul. Onun karınlarından renkleri
çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, insanlar için onda şifalar vardır. Şüphesiz,
aklını çalıştıran bir topluluk için bunda bir delil vardır.(16:69)
Kuran, arının yaptıklarını anlatırken, fiilin dişi formunu
kullanmaktadır. Arapça’da fiiller dişiye ve erkeğe göre farklı çekilirler
(Başka birçok dünya dilinde de bu böyledir). Arının yaptıkları anlatılırken
fiilin dişi formunun kullanılması Kuran’ın saydığı eylemleri dişi bal arısının
yaptığını göstermektedir. Ki bu doğrudur.
Dişi karınca
Karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: “Ey karınca
topluluğu, kendi yuvalarınıza girin…” (27:18)
İncelediğimiz ayette dişi karıncaya dikkat çekilmektedir. Bu
da aynen sivrisinek, arı ve örümcek örneklerinde olduğu gibi Kuran’ın bir
mucizesidir. Karıncaların kolonisi arılarınkiyle benzerlik göstermektedir.
Erkek karıncaların tek görevi olgunlaştıklarında genç bir kraliçe ile
çiftleşmektir. Erkek karıncalar bu çiftleşmeden kısa bir süre sonra ölür.
Koloninin bütün işlerini yapan işçi karıncalar kısır dişilerdir. Koloni, arı
kovanında olduğu gibi anne ve kızlarının hakim olduğu bir dünyadır.
Meni bir karışımdır:
Gerçekten de insanı karışımlı bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz.
Bu yüzden onu işiten ve gören yaptık.(76:2)
Aşılayıcı rüzgarlar
Rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik… (15:22)
Gerek Dünya’mızın içindeki fiziksel oluşumlar üzerine
yapılan araştırmalar, gerek bitkiler üzerine yapılan araştırmalar, bize
rüzgarların aşılayıcı özelliğinin önemini gösterdi. Rüzgarlar bitkilerin üremesinde,
bitki tozlarını taşıyarak rol oynamaktadır. Aynı zamanda rüzgarlar, yağmur
yağabilmesi için yağmur bulutlarını da aşılamaktadır. Böylece rüzgarlar
aşılayıcı foksiyonlarıyla Dünya’daki yaşam için olmazsa olmazlar listesindedir.
Diğer olmazsa olmazlar gibi rüzgarların da olmaması, bizim de, Dünya’daki tüm
canlılığın da olmaması anlamına gelmektedir.
PARMAK UÇLARINDAKİ KİMLİK
İnsan, kemiklerini kesin olarak biraraya toplamayacağımızı mı sanıyor?
(75:3)
Evet, parmak uçlarını dahi düzenlemeye gücümüz yeter. (75:4)
DENİZLERİN ALTINDAKİ KARANLIKLAR VE DALGALAR
Veya engin bir denizdeki karanlıklara benzer. Onu dalga üstünde dalga
kaplıyor. Üstünde de bulut. Birbiri üstüne karanlıklar. Elini çıkartan
neredeyse onu bile göremeyecek. Allah’ın ışık vermediğine hiçbir ışık
bulunamaz. (24:40)
GÖKYÜZÜNE YÜKSELMENİN DAYANILMAZ ZORLUĞU
Saptırmayı dilediğinin de göğsünü öylesine dar ve sıkıntılı kılar ki, o
göğe yükseliyormuş gibi olur. (6:125)
Gökyüzü tabakaları:
Birbirleriyle uyumlu bir şekilde (tabakalar halinde) yedi göğü yaratmış
olan odur. Merhametli olanın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü
çevirip gezdir. Herhangi bir çarpıklık(çatlaklık) görüyor musun? (67: 3)
“Gök” diye çevirdiğimiz Arapça’daki “sema” kelimesinin aynen
Türkçe’deki “gök” kelimesi gibi tüm Dünya’nın üstünü tarif ettiğini daha önce
söyledik. Nasıl Türkçe’de “gökteki bulutlar” tamlamasında göğü Dünya’nın yakın
üstü olarak, “gökteki yıldızlar” tamlamasında ise göğü, Evren’in tümü olarak
kullanıyorsak, aynı şey Arapça’daki “sema” kelimesi için de geçerlidir. Bu
yüzden Kuran’ın göğün yedi kat olduğu açıklamasıyla, Evren’de yedi ayrı
tabakanın, yedi ayrı boyutun veya yedi ayrı çekim alanının olduğu
düşünülebilir. Fakat Dünya’nın Atmosfer’ini incelediğimiz zaman çıplak gözle
sıradan bir yapıda olduğu zannedilebilecek olan Atmosfer’in, apayrı
tabakalardan oluştuğunu farkediyoruz. Ayette “birbiriyle uyumlu bir şekilde”
diye tercüme ettiğimiz tabaka kelimesi hem bu anlama, hem de “tabakalar
halinde” anlamına gelmektedir. Nitekim bu kelime Türkçe’ye de geçmiştir ve
“mutabık” kullanımıyla ilk anlamı, “tabaka” kullanımıyla ikinci anlamı ifade
etmektedir. Ayetin ifadesiyle Atmosfer’imizin uyumlu, farklı tabakalardan
oluştuğu gerçeği tamamen mütabıktır (uyumludur). Peygamberimiz dönemindeki bilim
seviyesiyle ile bu gerçeğin bilinmesi imkansızdır. Atmosfer’in bu şekilde
tarifinin rastgele bir şekilde söylenen bir ifadeyle uyum göstermesi de akla
aykırıdır. Görüldüğü gibi Kuran’daki bu ayetin en azından bir işareti
Atmosfer’deki tabakalardır. Ayrıca tüm Uzay’da da farklı tabakalar, farklı
boyutlar olduğu da düşünülebilir.
Yeryüzü tabakaları:
Allah yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yaratandır. Emir bunların
arasında sürekli iner ki Allah’ın her şeye gücünün yettiğini ve Allah’ın
bilgisiyle her şeyi kuşattığını bilesiniz. (65:12)
“Yedi” sayısıyla ilgili dilbilimcilerin dikkat çektiği bir
hususu belirtmekte fayda görüyoruz. Arapça’da yedi sayısı aynı zamanda çokluğu
ifade etmektedir. “Yedi tabakalı gök” tabiriyle “yedi adet gök”
anlaşılabileceği gibi “birçok gök” de anlaşılabilir. Arapça’daki bu özelliği
tarih boyunca birçok araştırmacı belirtmiştir. Ayrıca Kuran’da Lokman Suresi
21. ayette “yedi deniz” tabiri geçmesi, Tevbe Suresi 80. ayette Peygamber’e
hitaben “Onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları affetmeyecektir.”
denmesi; yedi, yetmiş sayılarının Türkçe’deki yüz sayısı gibi çokluk ifade
etmek için de kullanıldığı kanısını güçlendirmektedir. 7 rakamının benzer
şekilde kullanımına eski Yunan’da ve Roma’da da rastlayabiliriz.
TABAKALARIN SAYISI
Yeryüzünün en dışında Dünya’mızın %70’inden fazlasını
oluşturan Litosfer’in Su (1) tabakası bulunmaktadır. Bu tabakanın altında
Litosfer’in Kara (2) tabakası gelmektedir ve bu tabakalar diğer tabakalara göre
çok incedir. Bu tabakaların altında Üst Manto (3) bölümü vardır. Onun altında
ise plastik özellikleri gösteren Astenosfer (4) vardır. Bu tabakanın altında
Alt Manto (5) vardır. Bu tabakanın birleşiminde silikon, magnezyum, oksijen
gibi maddeler vardır, ayrıca demir, kalsiyum, alimünyum da içerdiği
söylenmektedir. Bu tabakanın altında Dış Çekirdek(6) bulunur ve yerkürenin
hacminin %30’una yakınını oluşturur. Buradaki sıvı Dünyamız’ın dönüşüyle
beraber oluşturduğu dinamo ile yerküremizin çevresindeki koruyucu manyetik
alanı meydana getirmektedir. Dünyamız’ın merkezinde ise hacim olarak en ince
tabakalardan biri olan İç Çekirdek (7) bulunmaktadır. Görüldüğü gibi Dünyamız,
hem ham maddeleri, hem görevleri farklı farklı olan tabakalardan oluşmaktadır.
Bu tabakaların sayısı 7’ye eşitlenip de ayetle mutabık olduğu gibi, iki tabaka
tek tabaka şeklinde incelenmek suretiyle 7 rakamı değişirse bile o zaman da 7
rakamının Arapça’da çoğul ifade eden yapısıyla uygunluk göstermektedir.
Gökyüzünün korunması:
Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise bunun delillerinden
yüz çeviriyorlar. (21: 32)
Atmosferimiz gözle görmediğimiz gazlardan oluşmuş, 10 bin
km’ye varan kalınlıkta şeffaf bir kabuktur. Uzay’dan Dünyamız’a her gün irili
ufaklı milyonlarca meteor düşmektedir. Atmosferimiz bu meteor bombardımanına karşı
şeffaf yapısına rağmen adeta çelikten bir set gibi karşı koymaktadır.
Atmosferin bu özelliği olmasaydı Dünya’da hayat olmazdı, yeryüzü ise delik
deşik olurdu. Bunun bir örneğine uydumuz Ay’a gidildiğinde tanık olduk. Sağanak
halinde yağan taşlar, Ay yüzeyine çarpmış, irice olanları ise Ay’ın kabuğunun
içine de girerek derin çukurlar oluşturmuştur. Meteorlar, Atmosfer’deki
moleküllere, büyük bir hızla çarpmakta, yüksek bir sıcaklık kazanıp
buharlaşmakta ve toz parçalarına dönüşerek kaybolmaktadır. Atmosfer aynı
zamanda Güneş’ten gelen zararlı ışınları bir filtre gibi süzerek Dünya’daki
hayatın yok olmasını önlemektedir. Bu süzme işlemi de Evren’deki diğer
oluşumlar gibi çok ince şekilde planlanmıştır. Zararlı ışınları süzen Atmosfer,
yaşamın devamını sağlayan ışınları ise süzmez, onların yaşamı devam
ettirmelerini engellemez. Böylece gökyüzü, Allah’ın kendisine yüklediği
görevleri en güzel şekilde yerine getirmekte, Evren’deki tüm varlıklar gibi
kendisinin de bilinçli, gayeli, mükemmel bir şekilde yaratıldığını görmeyi
bilen gözlere göstermektedir. Fakat ayetin ifadesinde dendiği gibi inkarcılar
her türlü delili görmezlikten geldikleri gibi gökyüzünün yaratılışındaki bu
delilleri de görmezlikten gelmektedirler. Atmosferdeki tüm bu ayarlamalar her
şeyin hayatın oluşması için planlandığını, tüm yaratılışların çok ince bir
ayarla gerçekleştiğini göstermektedir.
Geceyi gündüzün üzerine sarmak
Gökleri ve yeryüzünü gerçek ile yarattık. Geceyi gündüzün üzerine
sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor… (39:5)
Bu ayette “sarıyor” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapçası
“yükevviru”dur. Bu kelime Türkçe’ye de geçen “küre” kelimesi ile aynı kökten
gelmektedir. Bu fiil Arapça’da yaygın olarak “başa sarık sarmayı” ifade etmek
için kullanılır. Baş gibi küremsi bir yapının etrafına sarığın sarılması için
kullanılan bu fiil, gecenin gündüzün üzerine sarılmasını ifade etmek için de
kullanılmıştır. Ayette gecenin gündüzün etrafına sarılması ifade edilirken aynı
zamanda gündüzün de gecenin üzerine sarıldığı ifade edilmektedir. Gece ile
gündüzün oluşma sebebi Dünya’nın küremsi yapısıdır. Dünya’nın küremsi şekli
sayesinde gecenin ve gündüzün bu şekilde yer değiştirmesi mümkün olmaktadır.
DÜNYA’NIN VE UZAY’IN ÇAPLARI
Ey cinler ve insanlar topluluğu! Göklerin ve yeryüzünün çaplarını aşıp
geçmeye gücünüz yetiyorsa aşıp geçin. Ancak üstün bir güçle geçebilirsiniz.
(55:33)
Ayette “çapları” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı
“aktar” dır. Arapça “çap” anlamına gelen “kutur” kelimesinin çoğulu olan
“aktar”, göklerin ve yeryüzünün birçok çapı olduğunu ifade etmektedir.
Arapça’da ikiliği belirten özel çekim de mevcuttur, “aktar” kelimesi çoğulu
ifade ederek hem tekil hem ikilik vurgusundan ayrılmaktadır. Bu inceliğe dikkat
etmeliyiz. Üç boyutlu cisimlerde “çaptan” ancak küremsi yapıların içinde
bahsedebiliriz. Düzgün bir kürede ise “çaplardan” bahsetmek yanlış olur, düzgün
bir kürede ancak bir tane “çap” vardır. Bu ayette “çaplar (aktar)” kelimesinin
nasıl yerli yerinde, ince bir bilgelikle kullanıldığına tanık oluyoruz.
HAREKET EDEN DAĞLAR:
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların
sürüklenmesi gibi sürüklenirler... (Neml Suresi, 88)
Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun
hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası
üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir
Direksiz yükselmiş gökyüzü:
Allah, şu gördüğünüz gökleri direksiz yükseltendir… (13:2)
Yeni Amerikan İncili’nin eski baskılarından birinde,
gökyüzü, tersine çevrilmiş bir tasa benzetilmektedir ve gökyüzünün direklerle
ayakta durduğu ifade edilmektedir.
(Bakınız: The New American Bible, St Joseph’s Medium Size Edition, sayfa
4-5) İbni Abbas (Ölümü Hicri 68 / Miladi 687), Mücahid (Ölümü Hicri 100 /
Miladi 718), İkrime (Ölümü Hicri 115 / Miladi 733) gökyüzünü ayakta tutan
direklerin (dağların) varlığına inanıyorlardı. Bu şahıslar, Kuran’ın ayetinin
sadece görünen kısmı belirttiğini, görünmeyen alanda gökleri ayakta tutan
direklerin var olduğunu savundular. Gökyüzünün, Dünya’nın ucundaki dağlara
yaslandığı fikrini, Babilliler gibi tarihte savunan topluluklar oldu.
Peygamberimiz’in yaşadığı dönemde insanlar, yeryüzünün küre şeklinde olduğunu
ve yeryüzünde her iki yöne gidilince, yine aynı noktaya gelinebileceğini
bilmiyorlardı. Bu yüzden gökyüzünün direkler üzerinde yükseldiği veya
yükselmediği iddiaları; Peygamberimiz’in içinde bulunduğu dönem için belirsiz,
bilinemez, ispatlanamaz iddialardı. Kendi döneminde bilinmeyen ve şüpheli bir
konuyu, Kuran’ın doğru olarak açıkladığını tespit etmeliyiz. Kuran’ın
belirttiği bu gerçek, Peygamberimiz’in zamanında ispatlanamadığı için,
Kuran’daki bu ayetin varlığı Peygamberimiz’e bir avantaj sağlamamaktadır. Hatta
bu ayet, o dönemde ispatlanamaz olduğu için bu ayetin ifadesi yüzünden Kuran’a
itirazlar yöneltilmiş olması da mümkündür. Kuran’ı Peygamberimiz’in yazdığı
iddiasını ileri sürenlerin, Peygamberimiz’in dönemindeki kanaatlere karşın
Kuran’da niye böyle bir ifade geçtiğini açıklamaları mümkün olmayacaktır.
Kuran’daki anlatımların değerini daha iyi kavramamız için Peygamberimiz’in
dönemine hayalen gidip, o dönemin insanlarının kafa yapısını anlamaya
çalışmamızın gerekliliği bu konuyla da anlaşılmaktadır. Kuran, uçakların,
arabaların olmadığı, Dünya’nın ne şeklinin bilindiği, ne de haritasının olduğu,
çoğunluğun okuma yazma bilmediği bir ortamda vahyedilmiştir. Kuran’ı,
Peygamberimiz’in, ya da Peygamberimiz dönemindeki insanların yazdığını
söyleyenlerin iddialarına karşı bu tabloyu hatırlatalım. Eğer, Kuran’da ifade
edilen bu konuların, o dönemde söylendiğini göz önünde bulundurursak, Kuran’ın
mucizelerini daha iyi anlayacağımız kanaatindeyiz.
VURUŞLU YILDIZ
Ve Evren’e ve Vuruşlu’ya (Tarık’a) (86:1)
Vuruşlu (Tarık) nedir kavrayabilir misin? (86:2)
O delici yıldızdır. (86:3)
Kuran’ın 86. suresinin adı Tarık’tır. Tarık “tark” kökünden
türeyen bir kelimedir. Kelimenin aslı “vurmak, çarpmak” anlamlarına gelir.
“Yol” anlamına da gelen “Tarık”, yolcular ayaklarını vurup yol aldığı için bu kökten
türemiştir. Kuran çevirilerinin birçoğunda “Tarık” kelimesi özel isim gibi
yazılıp, anlamı çeviride verilmemiş, fakat açıklamalarda anlam açıklanmıştır.
Oysa kelimenin en temel anlamı olan “Vuruş” diye ayet çevrilirse, kozmolojik
fizik ile ilgilenenler ilginç bir bağlantıya tanıklık edebilirler.
1967 yılında İngiltere Cambridge Üniversitesi’nde Jocelyn
Bell, düzenli ve ısrarlı bir radyo sinyali yakalar. Radyo sinyalinden kalbin
vuruşları gibi düzenli vuruşlar gelmektedir. O dönemde Uzay’da böyle düzenli
vuruşların kaynağı olabilecek bir gök cismi bilinmiyordu. Bu yüzden bu
sinyallerin, başka gezegenlerdeki akıllı yaratıklar tarafından gönderildiğine
kanaat getirildi. Büyük bir heyecanla davetiyeler bastırıldı, basın
kuruluşlarına haber verildi ve LGM adı verilen görkemli bir seminer düzenlendi.
LGM (Little Green Men) “Küçük Yeşil Adamlar” demektir ve bu isim, Evren’deki
akıllı yaratıklarla irtibat kurulduğunu simgelemektedir. Çok kısa bir süre
sonra söz konusu sinyallerin kaynağının nötron yıldızlarının çok büyük bir
hızda dönmeleri olduğu anlaşılır. Böylece nötron yıldızlarının bu çeşidine
“Pulsar” adı takılacaktır. Jocelyn’in buluşu uzaylılarla irtibatı
sağlayamamıştır ama Pulsarların keşfini sağlamıştır. İngilizce’de “pulsate”,
nabız gibi vuruşları ifade eden bir kelimedir. “Pulsation” da “vuruş, titreşim”
demektir. Nötron yıldızlarının bu çeşidine takılan “Pulsar” ismi de Kuran’da
geçen “Tarık” yani “Vuruş” ismiyle uyumludur.
Tarık Suresi’nin ikinci ayetinde “Vuruşlu yıldızın
(Tarık’ın)” insan zihni tarafından kavranmasının zor olduğu vurgulanmaktadır.
2. ayette geçen “Ve Ma Edrake” ifadesinde geçen “edrake” kelimesi Türkçe’mize
“idrak etmek” olarak Arapça’dan girmiştir ve “kavramayı, anlamayı” ifade
etmektedir. Pulsar’ı incelediğimizde ayetin bu mucizevi yönüne de tanık
olmaktayız. Pulsar’ın içinden alacağımız bir kaşık madde bir milyar ton
gelmektedir. Pulsar’dan alacağımız çok ufak bir maddeyi eğer yeryüzüne bıraksak
Dünyamız’ın öbür ucuna kadar bir delik açıp çıkardı. Oysa Dünya’daki birçok
maddenin bir kaşığı birkaç gramı geçmez. Sırf bunu düşünmek bile Pulsar’ın
kavranması ne kadar güç bir yıldız olduğunu ortaya koyar. Güneş’in bir kaç
misli büyük yıldızlar sıkışarak Pulsar’ı oluşturur. Oysa bir Pulsar’ın çapı
15-20 km’dir. Dünyamız’ı aynı şekilde sıkıştırsak Dünyamız metrelerle ifade
edilen bir çapta bir küre olurdu. Dünyamız 24 saatte kendi etrafındaki dönüşünü
tamamlar, oysa Pulsar bir saniyede defalarca kendi etrafında döner. Pulsar’ın
hem dönüşündeki hızı, hem tüm bu bilgiler Tarık suresinin 2. ayetinde “Vuruşlu
yıldızın (Tarık’ın, Pulsar’ın)” kavranmasının ne kadar zor olduğunun
belirtilmesiyle oldukça uyumlu gözükmektedir.
HER BİRİ BİR YÖRÜNGEDE
Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede
yüzüp giderler. (21: 33)
Ayette “her biri” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı
“küllü”dür. Bu kelime “hepsi, her biri” anlamlarına gelmektedir. Arapça’da
adedi iki olan nesneler için “tesniye” denilen ayrı kelimeler kullanılır.
Ayette, Güneş ve Ay olmak üzere iki gök cisminin yörüngedeki hareketlerinden
bahsedilir. Oysa ayette “tesniye” kullanılmaması en az üç tane gök cismine
işaret edildiğini akla getirmektedir. Gece ve gündüzün oluştuğu yerin Dünya
olduğu düşünülürse ayetin işaret ettiği diğer gök cisminin Dünya olduğu
anlaşılır. Ayette yörünge diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı ise “felek”tir.
Bu kelimeyle “yıldızların, gezegenlerin hareket ettiği yörünge”
belirtilmektedir.