10 Şubat 2013 Pazar

kuran ı kerimdeki bir takım mucizeler


Başlamadan önce yaşanmış bir kıssa anlatmak istiyorum:
Osmanlının son zamanlarında Mısır’da(suriye de olabilir tam hatırlamıyorum)  bulunan bir İngiliz devlet adamı o yöredeki bir hocaya şöyle bir soru sorar:
-Siz Müslümanlar her şeyin kuran’da yazdığını iddia ediyorsunuz fakat son zamanlarda yapılmış bütün bilimsel buluşlar hep batı dan geliyor. Kuran da herşey yazıyorsa siz neden bu buluşları ve keşifleri yapmıyorsunuz? Hoca, adama bir cevap veriyor fakat İngiliz kendisine verilen cevabı beğenmiyor. Bunun üzerine o dönemin meşhur bir din alimine bu adama cevap vermesini söylüyorlar. Meşhur alim,  soruyu soran ingilizle buluşuyor ve ona şöyle diyor:
-Bu sorduğunuz hususun 3 sebebi vardır: birincisi; kuran ı kerim hz peygamberin , peygamberlik iddiasını desteklemek gibi bir fonksiyonu da üstlendiğinden, o dönemki insanların aklının alamayacağı fakat bu gün bize sıradan gelen şeylerden bahsetse ve haber verse idi, insanlar hz peygamberi ciddiye almazlar ve etrafından dağılırlardı. İkincisi hz peygamber de süresi kısıtlı bir hayat yaşadığından 23 yıl içinde parça parça inen kuran’da her şeyden açıkça bahsedilmesi mümkün değildir. Üçüncü sebep ise sizin pek hoşunuza gitmeyecektir, der. İngiliz, alınmayacağını söyler ve devam etmesini ister. Bunun üzerine hoca şöyle der:
- Üçümcü sebep de şudur ki, eğer kuran her şeyden açıkça bahsetseydi sizin gibi insanlar bu bilgileri alıp insanlık zararına kullanırlardı. Bu yüzden yanlızca ehlinin anlayabileceği şifrelemeler barındırır, der.  Ve söyle devam eder:
-Ben de bu şifrelerden bazılarını anlayabilen insanlardan birisiyim. Bu iddiamı ispat etmek için şimdi sizin soyunuzu sayacağım, der. Sonra İngiliz devlet adamının 5 kuşak babalarını sayar.  5. Kuşağa geldiğinde adam:
-Bundan sonrasını ben de bilmiyorum saymana gerek yok der.
Kuran daki mucizelerden bazıları şunlardır:
Gelecekten verilen haberler:
’Rum suresi1-5: Elif Lâm Mîm. Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün Allah'ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü'minler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.’’ Rum suresinde ifade edilen yenilgi ve zaferler Bizans ve Pers imparatorluğu arasında yüzyıllar süren savaşın son dönemleri ile ilgilidir. 7. Yüzyılın başlarında Persler suriye ve anadolunun bir bölümünü yani ayetteki ‘’yakın yerleri’’ işgal etmişlerdi. 613 de Şam’ı, 614 de Kudüs’ü aldılar. Mısır, 615-16 da teslim oldu. Hatta aynı dönemlerde İstanbulu bile kuşattılar. Bu surenin nazil olduğu 615-616  senelerinde Bizans imparatorluğunun kesin olarak parçalanması yakın görünüyordu. Hz muhammed in etrafındaki bir avuç Müslüman, kendileri gibi ehl i kitap yani Hristiyan olan Bizans ın Mecusi olan iran devletine karşı bu yenilgilerinden dolayı üzülüyor ve umutsuzluğa kapılıyordu. Müşrikler ise iran ın kazanmasını istiyorlardı. Bizans’ın birkaç yıl içinde galip geleceğini haber veren ayet gelince, Mekkeliler bunu alay ile karşıladılar. 622 de yani bu ayetin gelişinden 6 7 yıl sonra durum Bizans lehine değişti. O yıl Bizans imparatoru Heraklius, Persleri Toros dağlarının güneyindeki Issus’da yenilgiye uğrattı ve ardından onları küçük asyadan attı. 624 e kadar savaş pers topraklarında devam etti. 626 Aralığında persler Bizans tarafından ağır bir bozguna uğratıldı.
Fetih suresi,27-28: ‘’  Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.’’
Müslümanların mekkeyi fethedeceklerini haber veren bu ayetten bir yıl sonra Mekke fethedilmiştir. Dikkat edilmesi gereken bir nokta da bu ayetlerdeki ifadelerin kesinliğidir. Gelecekteki haberler ile ilgili kati ve kesin bir dil kullanılıyor ve bunlar çok geçmeden doğru çıkıyor.
Geçmişten verilen haberler:
HAMAN isminin sırrı:
Firavun dedi ki: "Ey Haman! Benim için yüksek bir kule dik de yollara erişeyim."
40 Mümin Suresi 36
Firavun dedi ki: "Ey ileri gelenler! Ben sizin için benden başka bir tanrı tanımıyorum. Ey Haman! çamurun üzerinde bir ateş yakıp bana yüksek bir kule yap ki Musa'nın tanrısına ulaşayım. Gerçekten de ben onun yalancılardan olduğunu sanıyorum."
28 Kasas Suresi 38
Fransız bilim adamı Prof. Dr. Maurice Bucaille yakın zamanlarda "Musa ve Mısır" adlı bir kitap yazdı. Bu kitap Kuran'da Haman isminin kullanılışını, bu ismin kullanılışına tarihte yapılmış olan itirazları ve bulunan eski hiyeroglif yazıların çözümünün, Kuran'ın doğruluğunu onaylamasını anlatmaktadır.
Haman ismi Tevrat'ta da geçer ve Kuran'ın işaret ettiği kişiden ayrı bir Pers hükümdarını belirtir. Kuran'da hata bulmaya çalışan hata avcıları Kuran'ın Tevrat'tan yanlış olarak kopyalandığını, Haman isminin kullanılış tarzının buna delil olduğunu söylediler. (Kuran'da Haman ismi 5 kez geçer.) Kuran'ı insan yazması sanan bu kişiler Kuran'ı yazdığını düşündükleri kişinin (Hz. Muhammed) yanlış bir kopyalama yaptığını ileri sürdüler.

Bu tartışmalar Fransız Jean François Champollion tarafından çözülen Rosetta Stone adı verilen bir yüzü Yunanca, bir yüzü eski Mısır hiyeroglifi ve bir yüzü de geç dönem hiyeroglifle (Demotik tarz) yazılmış bir yazıtla başka bir boyut kazandı. Artık hiyeroglifler okunuyor ve isim listeleri çıkartılıyordu. Yine Viyana'daki Hof Müzesi'nde Haman'ın Firavun'a yakınlığı anlatılmaktadır (Bakınız Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K. K. Hof Museum in Wien, 1906, J. C. Hinriesche Buchhandlung). Yeni Krallık Listeleri sözlüğünde ise "Haman" ismi aynen Kasas suresindeki gibi "Taş ocağı işçilerinin şefi" olarak kayıtlıdır. (Bakınız Herman Renke; Die Aegyptischen Personnennamen, Vierzeischnis der namen, Verlag Von J. J. Augustin in Glückstadt, Band I, 1935)
Maurice Bucaille "Haman" ismini bir Fransız Mısır Bilimcisine verir ve bunun 7. yüzyıldaki bir Arap el yazmasından alıntı olduğunu söyler. (Bu ismin Kuran'da geçtiğini söylemeden, 7. yüzyıldaki Arap el yazması diyerek Mısır bilimcisinin tepkisini ölçer.) O da, 7. yüzyıldaki bir Arap el yazmasında hiyerogliflere ait bir bilginin geçirilmiş olmasının mümkün olmadığını, fakat Firavun sarayının isim listelerine bakacağını söyler, Dr. Maurice Bucaille'a ise "Dictionary of Personal Names of the New Kingdom by Ranke" adlı Mısır isimleri sözlüğünü önerir. Bucaille ise Almanca hiyeroglif transliterasyon listesinden Haman'ın, Taş Ocakları İşçilerinin Şefi olduğunu bulur. Dahası Haman ismi Viyana'daki bir anıtta da kazılıdır. Haman'ın isminin yanındaki ayıraç ise Firavun'un yanındaki önemini göstermektedir. (Mısırlılar kelimelerini çok özel bir durum olmadıkça hep bitişik yazarlardı.)
Anlaşılıyor ki Kuran'a karşı yapılan her itiraz geçersiz çıkmaktadır. Hatta bu itiraz yapılan nokta araştırılınca, Kuran'ın yeni bir mucizesi daha anlaşılmaktadır. Haman isminin rastgele bir şekilde Kuran'a konması mümkün değildir. Vahiy dışı hiçbir kaynak Kuran'a bu ismi bu şekilde yerleştirmiş, her kelimeyi bu şekilde yerli yerinde, mükemmel bir tarzda kullanmış olamaz.
Denizde boğulan firavun ve gelecek nesillere ibret olması
Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (İlahtan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. (Yunus Suresi, 90) Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 91-92) Şu anda paristeki louvre müzesinde secde halinde bulunan bir firavun mumyası vardr ki tamamen kendiliğinden doğal şekilde mumyalanmış olduğu görülmüştür. Çünkü mumyalama işlemi sırasında kişinin organları çıkartılır. Bunun ise organları yerindedir. Doğal mumyalanma olayı hiç görülmeyen bir şey değildir. Fakat bir firavunun başına gelmesi ve bunun kuran da var geçmesi ve kuran dan 1400 yıl sonra bu cesedin bulunması apaçık bir mucizedir.






Evrenin genişlemesi:
 Ve Evren’i (Göğü) kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz.
Zariyat Suresi 47
Evrenin tek bir noktadan başlaması:
         İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Enbiya suresi-30
    
 Evrenin büyük patlamadan sonra bir hidrojen gazı bulutu evresinden geçmesi:
Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler.  Fussilet suresi 11
Uzaydaki yörüngeler:
Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.    Zariyat suresi 7
Güneş ve Ay’ın farkı:
"Ve Ay’ı bunlar içinde bir nur kılmış, Güneş’i de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır." (Nuh Suresi, 16)
Yukarıdaki ayette Ay için ışık (Arapça“nur”), Güneş için kandil (Arapça “sirac”) kelimeleri kullanılmıştır. Bu kelimelerden Ay için kullanılan, ışığı yansıtan, parlak, hareketsiz bir kitleyi ifade eder. Güneş için kullanılan kelime ise, sürekli yanma halinde olan, ısı ve ışık kaynağı, gökteki bir oluşum anlamına gelmektedir.         
''O (Allah) ki günesi bir ZIYA, Ay'i bir nur yapti.   Yasin suresi 5
Ay, Güneş gibi bizzat ısının ve ışığın kaynağı değildir. Güneş'in ve Ay'ın bu farklarına Kuran Güneş'i"ziya", Ay'ı "nur" kelimeleriyle farklı şekilde tarif ederek dikkat çekmektedir. Güneş'i tarif eden "ziya" kelimesi ışığı tarif ettiği gibi aynı zamanda yakıcılığı, ısıyı da tarif etmektedir. "Ziya" kelimesine verilen anlamlarda "ziya"nın bizzat ısının ve ışığın kaynağını ifade etmesi, "nur" kelimesinin ise böyle bir vurguya sahip olmaması da ayette bu kelimelerin seçilmesindeki inceliği gösterir.
Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir (Yasin Suresi, 39-40 )
Ay'ın yörüngesi diğer gezegenlerin uyduları gibi düzgün bir yörüngede ilerlemez. Ay, yörüngesinde seyrederken Dünya'nın bazen önüne bazen arkasına geçer. Aynı zamanda Dünya'yla birlikte Güneş'in etrafında da döndüğünden, uzayda sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer. Ay'ın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, Kuran'da "eski bir hurma dalı gibi döndü (döner)" ifadesiyle tarif edildiği gibi, kurumuş hurma ağacı dalının eğriliğine oldukça benzemektedir. Nitekim ayette geçen "urcun" kelimesinin anlamı, kuruyup incelmiş, bükülmüş hurma dalıdır ve hurma ağacının meyveleri toplandıktan sonra, salkımdan geriye kalan kısmı ifade etmek için kullanılır. Ayrıca bu salkım dalının "eski" ifadesiyle tasvir edilmesi de son derece hikmetlidir, çünkü hurma dalının eskisi daha ince ve daha eğridir.
Dünyanın şekli:
Ve yeryüzünü de yayıp yuvarlattı. (79:30)
Ayetin Arapça’sında geçen “dahv” kelimesinin köklerinden türetilen kelimeler “yuvarlaklık” ifade etmekte, “devekuşu yumurtası” gibi anlamlara gelmektedir. Bu yüzden yukarıdaki ayeti “Yeryüzüne devekuşu yumurtasının şeklinin verildiği” anlamında algılayanlar da olmuştur. Prof. Dr. Süleyman Ateş, en ünlü Arapça sözlük olan Lisanul Arab’a da dayanarak bu kelimenin anlamını şöyle açıklamaktadır : “…Hasılı dahv döşemek, düzeltmek demek ise de sadece basit bir döşemek ve düzeltmek değil, yuvarlak olarak düzeltmek, döşemek anlamını verir ki bu ayetten Yeryüzünün yuvarlak yaratıldığı anlamı çıkar.” “Dahv” kelimesi cevizle oynanan bir oyun anlamında da kullanılmış, aynı kökten türeyen “medahi” kelimesi yuvarlak taşları ifade etmek için kullanılmıştır. “Dahv” kelimesinde ve bu kelimenin kökünden türeyen kelimelerde yuvarlaklık anlamı olmasına karşın bazı çevirmenler yeryüzünün yuvarlaklığını algılamaktaki zorlukları sebebiyle ayeti sadece yeryüzünün düzenlenmesi olarak algılamışlar, yazı ve çevirilerinde bunu yansıtmışlardır. Oysa Dünya’nın şekli gerçekten de “dahv” kelimesinin ifade ettiği yuvarlaklığa, yumurta biçimine, devekuşu yumurtası şekline benzemektedir. Dünyamız aynı devekuşu yumurtası gibi geoittir. Yani tam düzgün küre olmayan, fakat küremsi, kutuplardan basık şekildedir. İnsanlığın yıllarca anlamaya çalıştığı Dünya’nın şeklinin ne olduğu konusunu da Kuran böylelikle çözmüştür.
Dişi arı:
Efendin dişi bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda, insanların kurdukları kovanlarda evler edin.(16:68) Sonra meyvelerin her türünden ye de Efendinin sana kolaylaştırdığı yollara koyul. Onun karınlarından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, insanlar için onda şifalar vardır. Şüphesiz, aklını çalıştıran bir topluluk için bunda bir delil vardır.(16:69)
Kuran, arının yaptıklarını anlatırken, fiilin dişi formunu kullanmaktadır. Arapça’da fiiller dişiye ve erkeğe göre farklı çekilirler (Başka birçok dünya dilinde de bu böyledir). Arının yaptıkları anlatılırken fiilin dişi formunun kullanılması Kuran’ın saydığı eylemleri dişi bal arısının yaptığını göstermektedir. Ki bu doğrudur.
Dişi karınca
Karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: “Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin…” (27:18)
İncelediğimiz ayette dişi karıncaya dikkat çekilmektedir. Bu da aynen sivrisinek, arı ve örümcek örneklerinde olduğu gibi Kuran’ın bir mucizesidir. Karıncaların kolonisi arılarınkiyle benzerlik göstermektedir. Erkek karıncaların tek görevi olgunlaştıklarında genç bir kraliçe ile çiftleşmektir. Erkek karıncalar bu çiftleşmeden kısa bir süre sonra ölür. Koloninin bütün işlerini yapan işçi karıncalar kısır dişilerdir. Koloni, arı kovanında olduğu gibi anne ve kızlarının hakim olduğu bir dünyadır.
Meni bir karışımdır:
Gerçekten de insanı karışımlı bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bu yüzden onu işiten ve gören yaptık.(76:2)
Aşılayıcı rüzgarlar
Rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik… (15:22)
Gerek Dünya’mızın içindeki fiziksel oluşumlar üzerine yapılan araştırmalar, gerek bitkiler üzerine yapılan araştırmalar, bize rüzgarların aşılayıcı özelliğinin önemini gösterdi. Rüzgarlar bitkilerin üremesinde, bitki tozlarını taşıyarak rol oynamaktadır. Aynı zamanda rüzgarlar, yağmur yağabilmesi için yağmur bulutlarını da aşılamaktadır. Böylece rüzgarlar aşılayıcı foksiyonlarıyla Dünya’daki yaşam için olmazsa olmazlar listesindedir. Diğer olmazsa olmazlar gibi rüzgarların da olmaması, bizim de, Dünya’daki tüm canlılığın da olmaması anlamına gelmektedir.
PARMAK UÇLARINDAKİ KİMLİK
İnsan, kemiklerini kesin olarak biraraya toplamayacağımızı mı sanıyor? (75:3)
Evet, parmak uçlarını dahi düzenlemeye gücümüz yeter. (75:4)
DENİZLERİN ALTINDAKİ KARANLIKLAR VE DALGALAR
Veya engin bir denizdeki karanlıklara benzer. Onu dalga üstünde dalga kaplıyor. Üstünde de bulut. Birbiri üstüne karanlıklar. Elini çıkartan neredeyse onu bile göremeyecek. Allah’ın ışık vermediğine hiçbir ışık bulunamaz. (24:40)
GÖKYÜZÜNE YÜKSELMENİN DAYANILMAZ ZORLUĞU
Saptırmayı dilediğinin de göğsünü öylesine dar ve sıkıntılı kılar ki, o göğe yükseliyormuş gibi olur. (6:125)
Gökyüzü tabakaları:
Birbirleriyle uyumlu bir şekilde (tabakalar halinde) yedi göğü yaratmış olan odur. Merhametli olanın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevirip gezdir. Herhangi bir çarpıklık(çatlaklık) görüyor musun? (67: 3)
“Gök” diye çevirdiğimiz Arapça’daki “sema” kelimesinin aynen Türkçe’deki “gök” kelimesi gibi tüm Dünya’nın üstünü tarif ettiğini daha önce söyledik. Nasıl Türkçe’de “gökteki bulutlar” tamlamasında göğü Dünya’nın yakın üstü olarak, “gökteki yıldızlar” tamlamasında ise göğü, Evren’in tümü olarak kullanıyorsak, aynı şey Arapça’daki “sema” kelimesi için de geçerlidir. Bu yüzden Kuran’ın göğün yedi kat olduğu açıklamasıyla, Evren’de yedi ayrı tabakanın, yedi ayrı boyutun veya yedi ayrı çekim alanının olduğu düşünülebilir. Fakat Dünya’nın Atmosfer’ini incelediğimiz zaman çıplak gözle sıradan bir yapıda olduğu zannedilebilecek olan Atmosfer’in, apayrı tabakalardan oluştuğunu farkediyoruz. Ayette “birbiriyle uyumlu bir şekilde” diye tercüme ettiğimiz tabaka kelimesi hem bu anlama, hem de “tabakalar halinde” anlamına gelmektedir. Nitekim bu kelime Türkçe’ye de geçmiştir ve “mutabık” kullanımıyla ilk anlamı, “tabaka” kullanımıyla ikinci anlamı ifade etmektedir. Ayetin ifadesiyle Atmosfer’imizin uyumlu, farklı tabakalardan oluştuğu gerçeği tamamen mütabıktır (uyumludur). Peygamberimiz dönemindeki bilim seviyesiyle ile bu gerçeğin bilinmesi imkansızdır. Atmosfer’in bu şekilde tarifinin rastgele bir şekilde söylenen bir ifadeyle uyum göstermesi de akla aykırıdır. Görüldüğü gibi Kuran’daki bu ayetin en azından bir işareti Atmosfer’deki tabakalardır. Ayrıca tüm Uzay’da da farklı tabakalar, farklı boyutlar olduğu da düşünülebilir.
Yeryüzü tabakaları:
Allah yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yaratandır. Emir bunların arasında sürekli iner ki Allah’ın her şeye gücünün yettiğini ve Allah’ın bilgisiyle her şeyi kuşattığını bilesiniz. (65:12)
“Yedi” sayısıyla ilgili dilbilimcilerin dikkat çektiği bir hususu belirtmekte fayda görüyoruz. Arapça’da yedi sayısı aynı zamanda çokluğu ifade etmektedir. “Yedi tabakalı gök” tabiriyle “yedi adet gök” anlaşılabileceği gibi “birçok gök” de anlaşılabilir. Arapça’daki bu özelliği tarih boyunca birçok araştırmacı belirtmiştir. Ayrıca Kuran’da Lokman Suresi 21. ayette “yedi deniz” tabiri geçmesi, Tevbe Suresi 80. ayette Peygamber’e hitaben “Onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları affetmeyecektir.” denmesi; yedi, yetmiş sayılarının Türkçe’deki yüz sayısı gibi çokluk ifade etmek için de kullanıldığı kanısını güçlendirmektedir. 7 rakamının benzer şekilde kullanımına eski Yunan’da ve Roma’da da rastlayabiliriz.
TABAKALARIN SAYISI
Yeryüzünün en dışında Dünya’mızın %70’inden fazlasını oluşturan Litosfer’in Su (1) tabakası bulunmaktadır. Bu tabakanın altında Litosfer’in Kara (2) tabakası gelmektedir ve bu tabakalar diğer tabakalara göre çok incedir. Bu tabakaların altında Üst Manto (3) bölümü vardır. Onun altında ise plastik özellikleri gösteren Astenosfer (4) vardır. Bu tabakanın altında Alt Manto (5) vardır. Bu tabakanın birleşiminde silikon, magnezyum, oksijen gibi maddeler vardır, ayrıca demir, kalsiyum, alimünyum da içerdiği söylenmektedir. Bu tabakanın altında Dış Çekirdek(6) bulunur ve yerkürenin hacminin %30’una yakınını oluşturur. Buradaki sıvı Dünyamız’ın dönüşüyle beraber oluşturduğu dinamo ile yerküremizin çevresindeki koruyucu manyetik alanı meydana getirmektedir. Dünyamız’ın merkezinde ise hacim olarak en ince tabakalardan biri olan İç Çekirdek (7) bulunmaktadır. Görüldüğü gibi Dünyamız, hem ham maddeleri, hem görevleri farklı farklı olan tabakalardan oluşmaktadır. Bu tabakaların sayısı 7’ye eşitlenip de ayetle mutabık olduğu gibi, iki tabaka tek tabaka şeklinde incelenmek suretiyle 7 rakamı değişirse bile o zaman da 7 rakamının Arapça’da çoğul ifade eden yapısıyla uygunluk göstermektedir.
Gökyüzünün korunması:
Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise bunun delillerinden yüz çeviriyorlar. (21: 32)
Atmosferimiz gözle görmediğimiz gazlardan oluşmuş, 10 bin km’ye varan kalınlıkta şeffaf bir kabuktur. Uzay’dan Dünyamız’a her gün irili ufaklı milyonlarca meteor düşmektedir. Atmosferimiz bu meteor bombardımanına karşı şeffaf yapısına rağmen adeta çelikten bir set gibi karşı koymaktadır. Atmosferin bu özelliği olmasaydı Dünya’da hayat olmazdı, yeryüzü ise delik deşik olurdu. Bunun bir örneğine uydumuz Ay’a gidildiğinde tanık olduk. Sağanak halinde yağan taşlar, Ay yüzeyine çarpmış, irice olanları ise Ay’ın kabuğunun içine de girerek derin çukurlar oluşturmuştur. Meteorlar, Atmosfer’deki moleküllere, büyük bir hızla çarpmakta, yüksek bir sıcaklık kazanıp buharlaşmakta ve toz parçalarına dönüşerek kaybolmaktadır. Atmosfer aynı zamanda Güneş’ten gelen zararlı ışınları bir filtre gibi süzerek Dünya’daki hayatın yok olmasını önlemektedir. Bu süzme işlemi de Evren’deki diğer oluşumlar gibi çok ince şekilde planlanmıştır. Zararlı ışınları süzen Atmosfer, yaşamın devamını sağlayan ışınları ise süzmez, onların yaşamı devam ettirmelerini engellemez. Böylece gökyüzü, Allah’ın kendisine yüklediği görevleri en güzel şekilde yerine getirmekte, Evren’deki tüm varlıklar gibi kendisinin de bilinçli, gayeli, mükemmel bir şekilde yaratıldığını görmeyi bilen gözlere göstermektedir. Fakat ayetin ifadesinde dendiği gibi inkarcılar her türlü delili görmezlikten geldikleri gibi gökyüzünün yaratılışındaki bu delilleri de görmezlikten gelmektedirler. Atmosferdeki tüm bu ayarlamalar her şeyin hayatın oluşması için planlandığını, tüm yaratılışların çok ince bir ayarla gerçekleştiğini göstermektedir.


Geceyi gündüzün üzerine sarmak
Gökleri ve yeryüzünü gerçek ile yarattık. Geceyi gündüzün üzerine sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor… (39:5)
Bu ayette “sarıyor” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapçası “yükevviru”dur. Bu kelime Türkçe’ye de geçen “küre” kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Bu fiil Arapça’da yaygın olarak “başa sarık sarmayı” ifade etmek için kullanılır. Baş gibi küremsi bir yapının etrafına sarığın sarılması için kullanılan bu fiil, gecenin gündüzün üzerine sarılmasını ifade etmek için de kullanılmıştır. Ayette gecenin gündüzün etrafına sarılması ifade edilirken aynı zamanda gündüzün de gecenin üzerine sarıldığı ifade edilmektedir. Gece ile gündüzün oluşma sebebi Dünya’nın küremsi yapısıdır. Dünya’nın küremsi şekli sayesinde gecenin ve gündüzün bu şekilde yer değiştirmesi mümkün olmaktadır.
DÜNYA’NIN VE UZAY’IN ÇAPLARI
Ey cinler ve insanlar topluluğu! Göklerin ve yeryüzünün çaplarını aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa aşıp geçin. Ancak üstün bir güçle geçebilirsiniz. (55:33)
Ayette “çapları” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı “aktar” dır. Arapça “çap” anlamına gelen “kutur” kelimesinin çoğulu olan “aktar”, göklerin ve yeryüzünün birçok çapı olduğunu ifade etmektedir. Arapça’da ikiliği belirten özel çekim de mevcuttur, “aktar” kelimesi çoğulu ifade ederek hem tekil hem ikilik vurgusundan ayrılmaktadır. Bu inceliğe dikkat etmeliyiz. Üç boyutlu cisimlerde “çaptan” ancak küremsi yapıların içinde bahsedebiliriz. Düzgün bir kürede ise “çaplardan” bahsetmek yanlış olur, düzgün bir kürede ancak bir tane “çap” vardır. Bu ayette “çaplar (aktar)” kelimesinin nasıl yerli yerinde, ince bir bilgelikle kullanıldığına tanık oluyoruz.
HAREKET EDEN DAĞLAR:
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler... (Neml Suresi, 88)
Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir
Direksiz yükselmiş gökyüzü:
Allah, şu gördüğünüz gökleri direksiz yükseltendir… (13:2)
Yeni Amerikan İncili’nin eski baskılarından birinde, gökyüzü, tersine çevrilmiş bir tasa benzetilmektedir ve gökyüzünün direklerle ayakta durduğu ifade edilmektedir.  (Bakınız: The New American Bible, St Joseph’s Medium Size Edition, sayfa 4-5) İbni Abbas (Ölümü Hicri 68 / Miladi 687), Mücahid (Ölümü Hicri 100 / Miladi 718), İkrime (Ölümü Hicri 115 / Miladi 733) gökyüzünü ayakta tutan direklerin (dağların) varlığına inanıyorlardı. Bu şahıslar, Kuran’ın ayetinin sadece görünen kısmı belirttiğini, görünmeyen alanda gökleri ayakta tutan direklerin var olduğunu savundular. Gökyüzünün, Dünya’nın ucundaki dağlara yaslandığı fikrini, Babilliler gibi tarihte savunan topluluklar oldu. Peygamberimiz’in yaşadığı dönemde insanlar, yeryüzünün küre şeklinde olduğunu ve yeryüzünde her iki yöne gidilince, yine aynı noktaya gelinebileceğini bilmiyorlardı. Bu yüzden gökyüzünün direkler üzerinde yükseldiği veya yükselmediği iddiaları; Peygamberimiz’in içinde bulunduğu dönem için belirsiz, bilinemez, ispatlanamaz iddialardı. Kendi döneminde bilinmeyen ve şüpheli bir konuyu, Kuran’ın doğru olarak açıkladığını tespit etmeliyiz. Kuran’ın belirttiği bu gerçek, Peygamberimiz’in zamanında ispatlanamadığı için, Kuran’daki bu ayetin varlığı Peygamberimiz’e bir avantaj sağlamamaktadır. Hatta bu ayet, o dönemde ispatlanamaz olduğu için bu ayetin ifadesi yüzünden Kuran’a itirazlar yöneltilmiş olması da mümkündür. Kuran’ı Peygamberimiz’in yazdığı iddiasını ileri sürenlerin, Peygamberimiz’in dönemindeki kanaatlere karşın Kuran’da niye böyle bir ifade geçtiğini açıklamaları mümkün olmayacaktır. Kuran’daki anlatımların değerini daha iyi kavramamız için Peygamberimiz’in dönemine hayalen gidip, o dönemin insanlarının kafa yapısını anlamaya çalışmamızın gerekliliği bu konuyla da anlaşılmaktadır. Kuran, uçakların, arabaların olmadığı, Dünya’nın ne şeklinin bilindiği, ne de haritasının olduğu, çoğunluğun okuma yazma bilmediği bir ortamda vahyedilmiştir. Kuran’ı, Peygamberimiz’in, ya da Peygamberimiz dönemindeki insanların yazdığını söyleyenlerin iddialarına karşı bu tabloyu hatırlatalım. Eğer, Kuran’da ifade edilen bu konuların, o dönemde söylendiğini göz önünde bulundurursak, Kuran’ın mucizelerini daha iyi anlayacağımız kanaatindeyiz.
VURUŞLU YILDIZ
Ve Evren’e ve Vuruşlu’ya (Tarık’a) (86:1)
Vuruşlu (Tarık) nedir kavrayabilir misin? (86:2)
O delici yıldızdır. (86:3)

Kuran’ın 86. suresinin adı Tarık’tır. Tarık “tark” kökünden türeyen bir kelimedir. Kelimenin aslı “vurmak, çarpmak” anlamlarına gelir. “Yol” anlamına da gelen “Tarık”, yolcular ayaklarını vurup yol aldığı için bu kökten türemiştir. Kuran çevirilerinin birçoğunda “Tarık” kelimesi özel isim gibi yazılıp, anlamı çeviride verilmemiş, fakat açıklamalarda anlam açıklanmıştır. Oysa kelimenin en temel anlamı olan “Vuruş” diye ayet çevrilirse, kozmolojik fizik ile ilgilenenler ilginç bir bağlantıya tanıklık edebilirler.
1967 yılında İngiltere Cambridge Üniversitesi’nde Jocelyn Bell, düzenli ve ısrarlı bir radyo sinyali yakalar. Radyo sinyalinden kalbin vuruşları gibi düzenli vuruşlar gelmektedir. O dönemde Uzay’da böyle düzenli vuruşların kaynağı olabilecek bir gök cismi bilinmiyordu. Bu yüzden bu sinyallerin, başka gezegenlerdeki akıllı yaratıklar tarafından gönderildiğine kanaat getirildi. Büyük bir heyecanla davetiyeler bastırıldı, basın kuruluşlarına haber verildi ve LGM adı verilen görkemli bir seminer düzenlendi. LGM (Little Green Men) “Küçük Yeşil Adamlar” demektir ve bu isim, Evren’deki akıllı yaratıklarla irtibat kurulduğunu simgelemektedir. Çok kısa bir süre sonra söz konusu sinyallerin kaynağının nötron yıldızlarının çok büyük bir hızda dönmeleri olduğu anlaşılır. Böylece nötron yıldızlarının bu çeşidine “Pulsar” adı takılacaktır. Jocelyn’in buluşu uzaylılarla irtibatı sağlayamamıştır ama Pulsarların keşfini sağlamıştır. İngilizce’de “pulsate”, nabız gibi vuruşları ifade eden bir kelimedir. “Pulsation” da “vuruş, titreşim” demektir. Nötron yıldızlarının bu çeşidine takılan “Pulsar” ismi de Kuran’da geçen “Tarık” yani “Vuruş” ismiyle uyumludur.
Tarık Suresi’nin ikinci ayetinde “Vuruşlu yıldızın (Tarık’ın)” insan zihni tarafından kavranmasının zor olduğu vurgulanmaktadır. 2. ayette geçen “Ve Ma Edrake” ifadesinde geçen “edrake” kelimesi Türkçe’mize “idrak etmek” olarak Arapça’dan girmiştir ve “kavramayı, anlamayı” ifade etmektedir. Pulsar’ı incelediğimizde ayetin bu mucizevi yönüne de tanık olmaktayız. Pulsar’ın içinden alacağımız bir kaşık madde bir milyar ton gelmektedir. Pulsar’dan alacağımız çok ufak bir maddeyi eğer yeryüzüne bıraksak Dünyamız’ın öbür ucuna kadar bir delik açıp çıkardı. Oysa Dünya’daki birçok maddenin bir kaşığı birkaç gramı geçmez. Sırf bunu düşünmek bile Pulsar’ın kavranması ne kadar güç bir yıldız olduğunu ortaya koyar. Güneş’in bir kaç misli büyük yıldızlar sıkışarak Pulsar’ı oluşturur. Oysa bir Pulsar’ın çapı 15-20 km’dir. Dünyamız’ı aynı şekilde sıkıştırsak Dünyamız metrelerle ifade edilen bir çapta bir küre olurdu. Dünyamız 24 saatte kendi etrafındaki dönüşünü tamamlar, oysa Pulsar bir saniyede defalarca kendi etrafında döner. Pulsar’ın hem dönüşündeki hızı, hem tüm bu bilgiler Tarık suresinin 2. ayetinde “Vuruşlu yıldızın (Tarık’ın, Pulsar’ın)” kavranmasının ne kadar zor olduğunun belirtilmesiyle oldukça uyumlu gözükmektedir.
HER BİRİ BİR YÖRÜNGEDE
Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp giderler. (21: 33)
Ayette “her biri” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı “küllü”dür. Bu kelime “hepsi, her biri” anlamlarına gelmektedir. Arapça’da adedi iki olan nesneler için “tesniye” denilen ayrı kelimeler kullanılır. Ayette, Güneş ve Ay olmak üzere iki gök cisminin yörüngedeki hareketlerinden bahsedilir. Oysa ayette “tesniye” kullanılmaması en az üç tane gök cismine işaret edildiğini akla getirmektedir. Gece ve gündüzün oluştuğu yerin Dünya olduğu düşünülürse ayetin işaret ettiği diğer gök cisminin Dünya olduğu anlaşılır. Ayette yörünge diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı ise “felek”tir. Bu kelimeyle “yıldızların, gezegenlerin hareket ettiği yörünge” belirtilmektedir.